İngilizlere verilen imtiyazlar ve İngilizlerin destekçisi olan yönetimler, Osmanlı’nın sadece ticaret alanında değil, askeri ve siyasal alanda da İngilizlere körü körüne güvenmelerini beraberinde getirmiştir. İngiliz derin devletinin sinsi taktiklerle, dost gibi görünerek devletlere ve liderlere yaklaştığını daha önce belirtmiştik. Osmanlı’nın son döneminde bu taktik neredeyse her alanda kendini göstermiş, Osmanlı, dost gibi görünen İngiliz derin devletinin telkinleriyle savaşlara girmiş, yine aynı telkinlerle kendi yıkımını hazırlayacak anlaşmalara imza atmış ve bu telkinlerle İngiliz derin devletinin adamlarını kendi bünyesine almıştır. Osmanlı’nın son döneminde, ordunun ve donanmanın büyük ölçüde İngiliz paşaların denetimine bırakılması bu pervasızlığın boyutlarını açıkça göstermektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ordusunda birçok İngiliz subayın görev aldığını ve bunların büyük bir kısmının paşa rütbesine ulaştıklarını görmekteyiz. “Ordunun modernleşmesi ve askerin eğitimi” bahaneleriyle bu görevlere getirilen söz konusu askerlerin birçoğu, son dönemde pek çok savaşın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasında rol oynamışlardır. Osmanlı’ya hizmet etmesi beklenen bu subaylar, aslında İngiliz derin devletinin ajanlarından başka bir şey değildirler.
Osmanlı’nın İngiliz Subayları
Hobart Paşa
Augustus Charles Hobart-Hampden |
Hobart Paşa ya da gerçek adıyla Augustus Charles Hobart-Hampden, uzun yıllar İngiliz Kraliyet Donanması’nda görev yapmış bir denizcidir. Brezilya açıklarında köle ticareti bölgesini koruyan gemileri kullanmıştır. İngiliz donanmasından emekli olunca, bir dönem Amerikan İç Savaşı’na dahil olarak, güneylilere İngiliz üretimi silah satıp karşılığında ucuz pamuk alan gemileri kumanda etmiştir. Amerikan İç Savaşı’nın ardından Osmanlı donanmasına katılmış ve tümamiral rütbesi ile donanmanın başına geçmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı veya 93 Harbi sırasında Osmanlı donanmasının başında Hobart Paşa vardır. Savaşta, Rusların Osmanlı’ya kara saldırısını engelleyebilecek tek nokta Romanya’da Tuna Nehri bölgesidir. Osmanlı donanması, Romanya’daki Siret Nehri üzerinde Rus ordusunun geçişini engelleyebilecek güçtedir. Fakat Hobart Paşa komutasındaki gemilerimiz, nehri ele geçirme konusunda geç kalmışlardır. Nehrin başındaki 4 gemi kritik noktalara gelene kadar 4-5 gün vakit kaybetmiş, bu sayede de Rus ordusu nehri kolayca geçmiştir. Sırp ve Karadağ ordularını yenip Balkanları ele geçirmek üzere olan Osmanlı ordusu arkadan vurulmuştur. Böylelikle, Rus ordusunun İstanbul Yeşilköy önüne kadar gelmesini engelleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştır.
Hobart Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Rus donanmasından oldukça güçlüdür. Fakat donanma, Balkanların savunmasını sağlayacak hiçbir görevde kullanılmamıştır. Hobart Paşa, gemileri Batı Karadeniz’den Kafkaslar tarafına çekmiş ve Balkanlar’daki kara ordularını desteksiz bırakmıştır. Savaş sonucunda Osmanlı, hem Balkanları hem de Kafkasya’yı kaybetmiştir.
93 Harbi’nin kaybedilmesinde rol oynayan Hobart Paşa’nın büyük abisi Lord Henry Hobart, aynı dönemde Osmanlı Bankası Türkiye Genel Direktörüdür. Daha sonra da, Osmanlı’ya ekonomik iflası getiren Düyun-u Umumiye’de görev alır.
Arnold Burrowes Kemball
Arnold Burrowes Kemball | Valentine Baker |
93 Harbi sırasında, Osmanlı ordusunun Balkan kuvvetlerinin başında, Abdülkerim Nadir Paşa bulunmaktadır. Ruslar, Tuna Nehri’ni problemsiz geçtikten sonra Ziştovi ve Niğbolu’ya taarruz etmişlerdir. Her iki muharebeyi kolayca kazanmışlardır. Balkan ana ordusu, henüz bölgeye gelemediği için Türk orduları sayıca çok yetersiz kalmıştır. Sadece bir hafta içinde iki muharebe kaybedilmiştir.
Bu muharebeleri kaybeden Abdülkerim Paşa’nın kurmay heyeti arasında, İngiliz General Arnold Kemball da vardır. Kemball, daha önce İngiliz ordusundayken Afgan savaşlarında Müslümanlara karşı savaşmıştır.
Valentine Baker ya da Baker Paşa
Valentine Baker, tecavüz suçundan dolayı İngiliz ordusundan atılmış bir suçludur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Mehmet Ali Paşa’nın kurmay kadrosunda, tuğgeneral olarak görev almıştır. Mehmet Ali Paşa, daha sonra Müslüman olan ve Osmanlı vatandaşlığına geçen Ludwig Karl Friedrich Detroit isimli bir Almandır. Valentine Baker komutasındaki birlikler Taşkesen Köyü bölgesinden geri çekilirken korkudan yaralılarını geride bırakmışlardır. Bulgar köylüleri, geride kalanların tamamını öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Baker Paşa da bir kısım askerlerini geri gönderip civardaki tüm köyleri ateşe vermiştir.
Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Baker, tekrar İngiliz ordusuna dönmüş ve İngilizlerin işgal ettiği Mısır’da yeni kurulan polis teşkilatının başına geçerek, jandarma birliklerinin eğitimini üstlenmiştir.
Douglas Gamble and Hugh Pigot Williams
Hugh Pigot Williams |
Douglas Gamble, I. Dünya Savaşı’ndan 5 sene önce, Osmanlı donanmasına müşavir olarak alınmış ve 6. Filonun başına geçmiştir. Amaç, sözde “donanmanın yenilenmesi”dir. Gamble, Osmanlı ordusuna gelmeden önce İngiliz donanmasında askeri istihbaratta çalışmıştır. Bir sene sonunda ise ülkesine dönerek İngiliz donanmasında Türklere karşı savaşmıştır.
Douglas Gamble’ın yerine İngiliz Amiral Hugh Pigot Williams müşavir olarak alınır. 8 ay sonra ülkesine dönen Williams, bir kez daha Osmanlı karasularına geldiğinde, Çanakkale Savaşı’na katılan İrresistable gemisinin kaptanıdır ve Osmanlı’ya karşı savaşmıştır. Özetle I. Dünya Savaşı’ndan hemen önce, Türk donanması tamamıyla iki İngiliz subaya teslim edilmiştir.
Adolphus Slade ya da Müşavir Paşa
Adolphus Slade, 30 yıl Kraliyet Donanması’nda görev yaptıktan sonra Osmanlı donanmasına paşa olarak geçmiştir. Müşavir Paşa adını alan Slade, Osmanlı donanmasının içindedir. Bu dönemde, Kırım Savaşı’nda Osmanlı donanması Sinop’ta Ruslar tarafından yakılmış ve 12 gemi batırılmıştır. Bu savaştan tek kurtulan gemi, Slade’in içinde bulunduğu gemidir. Türk donanması böyle bir baskına maruz kalırken, İstanbul Boğazı’nın girişindeki sözde müttefikimiz Fransız ve İngiliz gemileri olayı izlemekle yetinmişlerdir.
Daha sonra anılarını kitap haline getiren Slade, yazılarında Türk ve Müslümanlara kin kusmuştur. (Türk milletini ve Müslüman alemini tenzih ederiz) Slade’in bazı sözleri şöyledir:
Slade, Müslüman ve Gayrimüslim tüm Osmanlı tebaasının aralarındaki tüm farklara rağmen ortak bir nitelikleri olduğunu, bunun da “vicdandan tamamen yoksun olmak” olduğunu iddia etmiştir. “Paşası kendisine güvenen konuğunu katleder, kadısı masum bir adamı falakaya yatırır, sarrafı müşterisini dolandırır, hizmetçisi efendisini soyar; hepsi de kendi inancına göre Kuran’a, Tevrat’a ya da İncil’e el basarak yemin eder” demiştir.157
Osmanlı mahkemelerinde adalet en fazla parayı verene satılmaktadır ve şahitler de her zaman “mollanın” (Kadı’nın) hemen yanı başında vicdanlarını pazarlamak üzere hazır beklemektedirler.158
Üç İngiliz saff-ı harp gemisi ve üç firkateyn tüm Osmanlı donanmasına yeter de artar bile.159
Baldwin Walker |
Baldwin Wake Walker (Yaver Paşa) ve Hain Ahmet Fevzi Paşa
İngiliz Baldwin Walker ya da Yaver Bey, 1838 yılında Osmanlı donanmasına girmiştir. 7 yıl boyunca görev yapmış ve paşa unvanını almıştır. 1840 yılında Ahmet Fevzi Paşa, sudan bir sebepten emrindeki donanmayı Kıbrıs’ta Osmanlı Devleti’ne karşı isyan başlatan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya teslim eder. Bu nedenle tarihte “Hain Ahmet Fevzi Paşa” olarak anılmaktadır. Gemiler İskenderiye’de demirliyken Yaver Paşa yani Baldwin Walker, Osmanlı savaş kurmaylarını toplar ve tüm donanma ile Mısır’ı kuşattığı takdirde gemileri geri alabileceği iddiasında bulunur. Amaç, Osmanlı gemilerini, başka Osmanlı gemileri ile savaştırıp donanmamızı birbirine kırdırmaktır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın bir süre sonra gemileri iade etmesiyle kriz sona erer. Yaver Paşa, uzun yıllar Hain Ahmet Fevzi Paşa’nın danışmanlığını yapmıştır.
Felix Woods |
Henry Felix Woods ya da Woods Paşa
İngiliz Felix Woods ya da Woods Paşa, çoğunluğu II. Abdülhamid döneminde olmak üzere 40 yıldan fazla süre Osmanlı donanmasında görev yapmıştır. Abdülaziz döneminde alınan Osmanlı donanmasının, II. Abdülhamid döneminde Haliç’te çürümesine önayak olmuştur. İngiliz Deniz Kuvvetleri politikasına göre, bir İngiliz subayına, görev yaptığı yabancı ülkede iki yıldan fazla vazife verilmezken, Henry Woods, Osmanlı donanmasında tam 42 yıl çalışmıştır. Woods Paşa’nın büyük masraflarla getirttiği yabancı çarkçı, kaptan ve mühendisler işlerini özellikle Türk personele öğretmemiş ve komutanın yalnızca İngilizlerin elinde olmasını sağlamışlardır. Kendi anılarında Woods, bu sistemi şu şekilde tarif etmiştir:
Yıllarca emek veren Türk makinistleri kolay kolay baş makinistliğe atanmıyordu. Onların yükselme yolunu İngiliz makinistleri tıkamıştı. Özellikle İngiliz makinistlerin bu görevlerinden dolayı özel ayrıcalığı vardı…160
Woods Paşa, aynı zamanda, başkentteki yabancı kilit isimlerle, II. Abdülhamid arasında aracılık yapmıştır. Özellikle İngiliz gazetecileri Padişah’la görüştürmüştür. Padişah ve idare ile ilgili bilgileri el altından İngilizlere sızdırmıştır.161
Navarin Deniz Savaşı |
Navarin Deniz Savaşı, dünya deniz savaşları tarihinin en zalim birkaç savaşından biridir. İngiliz derin devletinin önderliğindeki İngiliz, Fransız ve Rus donanması, Yunanistan’ın güneyindeki Navarin’de demirlemiş olan Türk donanmasına saldırır. Türk donanmasının içinde Mısır’dan yardıma gelen Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın donanması da vardır. Türk donanması, İngiliz derin devletinin yönlendirmesiyle başlamış olan Yunan İsyanını bastırmakla meşguldür. Gerçekte ortada ilan edilmiş bir savaş yoktur. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları aniden Türk gemilerine ateş açmaya başlarlar. Gafil yakalanan Osmanlı donanmasında 70 gemi batar ve 3 binden fazla denizcimiz şehit olur. 3 saat içinde Navarin Körfezi ateş ve kana bulanır. Bu savaşın önemli noktalarından biri, Türk donanmasındaki İngiliz ve Fransız denizcilerdir. Baskından bir gün evvel, o dönem Osmanlı adına savaşan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın donanmasındaki Fransız denizciler ve Türk donanmasındaki İngiliz denizciler görevlerini bırakıp karşı tarafa geçmişlerdir. İngilizler ve Fransızlar kendi askerlerini koruma altına almakla kalmamış, Osmanlı’ya ait donanma gemileri tecrübeli gemi kaptanlarından mahrum kalmıştır. Çünkü o dönemde bu önemli görev sadece İngiliz derin devletinin adamlarına ikram edilmiştir. |
İngiliz Derin Devleti ve Hilafet |
17. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerinden bazıları, Portekiz ve İspanya’nın sömürgecilik faaliyetleriyle gittikçe güçlendiklerini görünce, kendi sömürgecilik faaliyetlerini başlattılar. Bunların başında İngiltere gelmekteydi.
İngiltere, daha önce de belirttiğimiz gibi, 1600 yılında Doğu Hindistan Şirketi’ni kurarak İngiliz sömürgeciliğinin ilk ciddi adımını atmıştı. Şirket, Hindistan alt kıtasına yönelerek önce ticaret üsleri kurmaya başladı. Buralardaki varlığını hızla genişleterek koloniler kurdu ve bölgeler ele geçirildi. 19. yüzyıla gelindiğinde İspanya ve Portekiz, sömürgelerini kaybederek dağılma sürecine girdi. Genellikle bağımsızlıklarını kazanarak İspanyol ve Portekiz İmparatorluklarından ayrılan Güney Amerika’daki ülkeler de böylece canlı bir pazar olarak İngiltere’ye açıldılar. İngilizler, aynı zamanda Avrupa’da üstünlükle tamamladıkları Napolyon Savaşları’nın (1800-1815) ardından, Doğu’da yeni topraklar elde ettiler. Artık “kralın tacındaki elmas” olarak nitelenen Hindistan yolunun güvenliği, İngiliz sömürge siyaseti için öncelikli konuma yükselmişti. 1869’da Fransızların Süveyş Kanalı’nı tamamlaması, Hindistan yolunu kısaltırken, güvenliğini daha hassas duruma getirdi. İngiltere, buna göre Kızıldeniz ve Arabistan kıyılarında, Osmanlı’nın itirazlarına rağmen nüfuz alanları oluşturmaya başladı. Aynı şekilde Cebelitarık ve Malta gibi stratejik öneme sahip Kıbrıs Adası, Berlin Kongresi’nde Osmanlı’ya destek olma ve Rusya’nın, Osmanlı’nın Doğu Anadolu’daki topraklarını ele geçirmesi halinde silahlı yardımda bulunma vaatleriyle 1878’de İngiliz denetimine girdi. Uzakdoğu’daki İngiliz etki alanı da benzer gelişmeler sonucunda oluşturuldu. Bu gelişmeler neticesinde İngiltere, dünya çapında çok geniş coğrafyalarda sömürgeleri olan dev bir imparatorluk haline geldi. Afrika’dan Asya’ya uzanan bu topraklarda milyonlarca Müslüman nüfus bulunuyordu. Dolayısıyla bu nüfusun kontrol altında tutulması İngiltere açısından son derece kritikti. Ancak İngiltere’nin önünde önemli bir tehdit bulunuyordu: Bu topluluklar Müslümanlık bağıyla Halife’ye bağlı idiler. Halife, tüm dünya Müslümanlarının manevi ve siyasi lideriydi. Halife’nin bir sözüyle milyonlarca Müslüman bir araya gelebilir, güçlü bir birlik oluşturulabilirlerdi. Dolayısıyla bu noktada, Müslüman topraklarını hakimiyeti altına almaya kararlı olan İngiliz derin devletinin karşısındaki en büyük tehdit, Halifelik makamına sahip olan Osmanlı İmparatorluğu idi. |
İngiliz Derin Devletinin Araplara Yönelik Hilafet Provokasyonu |
Müslüman dünyası Halifeleri olan Osmanlı sultanlarına derin bir bağlılık ve saygı duyuyorlardı. İngiliz derin devleti, ilk iş olarak bu hürmet ve bağlılık duygularından faydalanabilmek amacıyla Halife’nin nüfuzunu kullanmak istedi. Örneğin Hindistan’ın güneyinde yer alan Meysur Sultanlığı ile hakimiyet mücadelesi sırasında İngiltere, Osmanlı Padişah’ı III. Selim’e başvurup Meysur’un başındaki Sultan Tipu’ya mektup yazmasını ve İngilizlere karşı savaşmamasını tavsiye etmesini istemişti.1 Gerçekten de III. Selim, 1798’de bu mektubu kaleme aldı.
1857 yılında Hindistan’da İngiliz işgallerine karşı büyük ayaklanmalar çıkınca yine Osmanlı Halifesi’nden yardım istendi. Fakat Hilafet makamının bu büyük nüfuzu, bu sefer İngiliz derin devletini düşündürmeye başlamıştı. Şartlar değiştiği zaman Halifeliğin dini ve siyasi ağırlığı, kendilerine karşı da tehdit oluşturabilirdi. Bu yüzden İngiliz derin devleti, çok yönlü bir Hilafet politikası planlaması yaparak kendi sömürgelerinde yaşayan Müslüman nüfus içinde Halifeliğin etkisini zayıflatma çalışmalarına başladı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından George Percy Badger, Ocak 1873’te Osmanlı Hilafeti hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Peygamber Efendimiz (sav)’in Arap olduğu için Hilafetin de bir Arap kurumu olması gerekliydi. Ancak Osmanlı Sultanları, özellikle Asya Müslümanları arasında gerçek bir Halife olarak kabul ediliyor ve hürmet görüyordu. İngiliz derin devleti, bu aldatıcı “ırk” meselesinden yola çıkarak özellikle Arap Müslümanlarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya çalıştı. Derin planlara göre bu taktik, Arapların Osmanlı padişahlarını Halife olarak tanımalarını engelleyecek ve böylelikle Osmanlı Halifelerinin İslam dünyasındaki nüfuzu azalacaktı. Bu rapordan sadece 5 ay sonra İngiliz Dışişleri Bakanlığı İslam ülkelerindeki tüm temsilciliklerine bir memorandum yolladı. Bakanlık, “Müslümanlar arasında yaşanan dini karakterli siyasi uyanışı andıran gelişmeler hakkındaki gözlemlerinin” en kısa zamanda rapor edilmesini istedi.2 Yaklaşık 60 milyon Müslümanın yaşadığı bölgelerdeki hakimiyeti açısından İngiltere, Osmanlı’ya ve elinde bulundurduğu Hilafet makamına cephe almaya başlamıştı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmış olan Wilfrid Scaven Blunt, Ortadoğu ve Arap uzmanı olarak biliniyordu. Bölgeye yaptığı ziyaretlerle Arap bağımsızlık hareketinin önemli destekçilerinden olan Blunt, Arapları Osmanlı’dan ayırmak için planlar üretmeye başlamıştı. The Future of Islam (İslam’ın Geleceği) isimli kitabında Osmanlı Hilafetine ağır suçlamalar yöneltmişti: Osmanlı hanedanı İslam’ın felaket sebebidir ve sonu yaklaşmıştır… Adı ister Abdülaziz olsun, ister Abdülhamid, bir Osmanlı Halifesi var olduğu sürece İslam dünyasında ahlaki bir ilerleme olamayacak ve içtihat kapısı açılamayacaktır. Abdülhamid’in yönetimi ne adildir ne de İslam hukukuna uygundur. Tamamen askeri güce dayanan böyle bir yönetim uzun süre yaşayamaz. Dolayısıyla yakın bir gelecekte Hilafet Mekke veya Medine’ye nakledilecektir.3 Blunt, geçmişte yüksek bir medeniyete sahip olan Arapların geri kalmalarının en büyük sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu iddia ediyordu. İngiltere’nin artık milyonlarca Müslümana sahip bir imparatorluğunun olduğunu ve İstanbul’daki Halife’yi desteklemek yerine, kendi himayesi altında bulunan, yönlendirmesi kolay olacak bir Arap Halifesine yatırım yapmasının stratejik açıdan daha mantıklı olduğunu düşünüyordu. Bağımsız Arap krallıklarının kurulabilmesi ve Hilafetin Mekke’ye taşınması durumunda, bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin çökertilebileceğine inanıyordu. İngilizlerin Hindistan Dış Politika Sekreteri Graat, İngilizlerin Mısır Yüksek Komiseri Kitchener’e yazdığı bir mektupta, İngiliz derin devletinin aslında nasıl bir Arap devleti arzuladığını açıkça belirtiyordu: Kuvvetli bir Arap Halifeliği meydana getirilmesi, kesinlikle İngiltere’nin arzuları dahilinde olamaz. Biz, birleşik bir Arap devleti istemeyiz. Araplar, zayıf ve parçalanmış bir statüde bulunmalıdırlar. Bizim hakimiyetimiz altında, mümkün olduğu kadar küçük prensliklere ayrılmış oldukları halde, İngiltere’ye karşı zayıf mukavemetli, fakat Batı’nın büyük devletlerine karşı tampon bir statüde kalmalıdırlar.4 I. Dünya Savaşı günlerinde İngilizlerin, Araplara ve Hilafet makamına vermek istedikleri statü hakkında bir diğer Batılı kaynakta şu açıklamalar yer almaktadır: Rahat rahat hükümran olmak için, tefrika ve nifak icat etmek yolundaki eski politikalarına sadık olan İngilizler, mültehid (birleşmiş) ve kudretli bir büyük (Arap) imparatorluğunu, ne pahasına olursa olsun, kesinlikle arzu etmiyorlardı. Çünkü böyle bir imparatorluğun hükümdarı, behemehal müstakil kalmak arzusuna düşecekti. İngilizler, küçük devletlerden oluşmuş bir mürekkep federasyonunu daha ziyade arzu ediyorlardı. Bu sayede, muhtelif şeyler arasında çıkacak ihtilaflarda hakemlik etmek için, İngilizlere lüzum hissolunacaktı. İngilizler, büyük bir Arap İmparatorluğu lehine Kuveyt, Bahreyn, Maskat, Hadramut Emirlikleri üzerindeki hakimiyet haklarından vazgeçmek fikrinde de değillerdi. Diğer taraftan Hilâfet meselesi, İngiltere için pek nazikti. İngiltere, Hindistan Müslümanlarının hissiyatını da hesaba katmak mecburiyetinde idi. Hindistan Müslümanları ise, Araplardan ziyade Türklere taraftardılar. İstanbul Halifesi’ne bağlı kalmak istiyorlardı.5 Görülüyor ki, yüz milyonluk Arap aleminin, sınırları ihtilaflarla dolu şekilde 16 Arap devletçiğine bölünmesi, sadece İngiliz derin devletine hizmet etmek içindi. Arap dünyasını parçalara bölerek hem Osmanlı’dan hem de birbirlerinden ayırma stratejisi, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin ilk yıllarında İngiliz derin devletinin temel politikası olmuştur. Zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de çok detaylıca görüleceği üzere, İngiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bu politika çerçevesinde sayısız girişimde bulunmuştur. Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence gibi “arkeolog” kisvesi altında Arap toplumuna dahil ettikleri ajanları ile bu politikayı kelimesi kelimesine yürütmüştür. Arap kabileler arasında uzun süre dolaşarak bu toplulukları Osmanlı’ya karşı kışkırtma politikası gütmüş, para ve silah yardımı yaparak yanına çekmek istemiştir. Nitekim İngiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence, toplumları birbirine düşürerek elde ettiği bu sahte zaferi, şu sözlerle dile getirir: Onları (Arapları) birleştirerek bu yola sokmakla (Türklere isyan ettirmekle) (İngiliz) İmparatorluğunda bir Arap dominyonu (sömürgesi) ihdas ettim (meydana getirdim).6 Görülebildiği gibi amaç hiçbir zaman bağımsızlık veya büyük Arap devleti kurmak olmamış, Araplar, İngiliz derin devleti tarafından daima birer sömürge kabul edilmiştir. Ne acıdır ki bu bakış açısı halen devam etmekte, İngiliz derin devletinin Arap ülkeleri üzerindeki sinsi sömürge oyunu sürmektedir. Fakat şu bir gerçektir ki, İngiliz derin devleti, Hilafet konusundaki entrikalarında başarılı olamamıştır. Ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Hilafetin son durağı yine Osmanlı olmuştur. Osmanlı’nın yıkılışı ile sanıldığı gibi Hilafet tümüyle kaldırılmamış, yalnızca tek kişide bulunan egemenlik sona erdirilmiş, Halifelik makamı Cumhuriyetin şahsında koruma altına alınmıştır. Gerçek sahibini beklemektedir. Mustafa Kemal Atatürk de, Hilafetin gerçek sahibinin, ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as) olduğunu bilmektedir ve dolayısıyla bu kutlu şahsın zuhuruna kadar Hilafet makamını koruma altına almayı uygun bulmuştur. Hz. Mehdi (as), içinde bulunduğumuz ahir zamanda, hadislere göre Hilafetin son merkezi olan İstanbul’da zuhur edecek ve sevgi öğretmeni olarak İslam aleminin son manevi lideri olacaktır. |
1. Azmi Özcan, “İngiltere’de Hilafet Tartışmaları 1873 – 1909”, İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1998, s. 49
2. Memo by G. P. Badger, “Respecting Turkey and Russia in Their Relations with Arabia and Central Asia”, enc. to Frere to Granville, 26.11.1873, F. O, 424/32. 3. Foreign Office 881/2621, Correspondence Respecting the Religous and Political Revival Among Mussulmans 1873-1874, (London, July 1875). 4. Wilfrid Scaven Blunt, The Future of Islam, London: K. Paul, Trench and Co. 1882, s: 84-92. 5. Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı “Bir İmparatorluk Nasıl Parçalandı?”, Vatan Yayınları, İstanbul, 1992, s. 96 6. Kocabaş, a.g.e., s. 96-97 |
Dipnotlar:
157. Candan Badem, “Amiral Adolphus Slade’in Osmanlı Donanmasındaki Hizmetleri ve Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Gözlemleri”, Türkiyat Mecmuası, C. 21, Bahar 2011, s. 121
158. Candan Badem, a.g.e., s. 121
159. Candan Badem, a.g.e., s. 124
160. Sadık Ilgaz, “Osmanlı Donanması’na Dair İki İlginç Anekdot”, İlim Dünyası, 2012, http://www.ilimdunyasi. com/dun-bugun-yarin/osmanli-donanmasi8217na-dair-iki-ilginc-anekdot/?imode
161. Fatih Erbaş, “Osmanlı Donanmasında Yabancı Müşavirler”, Academia, https://www.academia.edu/13440260/ OSMANLI_DONANMASINDA_YABANCI_M%C3%9C%C5%9EAV%C4%B0RLER