Avrupa Birliği, İngiliz Derin Devletinin Projesidir
İngiltere, “Brexit” adı verilen süreçle terk etmeye hazırlandığı Avrupa Birliği’nin gerçekte fikir babasıdır.
Avrupa Birliği’nin ilk kuruluşu Roma Antlaşması’dır. Roma Antlaşması’nın teorisyeni ise I. ve II. Dünya Savaşları’nın her aşamasında karşımıza çıkan, İngiliz derin devletinin denetimindeki en meşhur isim olan Winston Churchill’dir.
Churchill’in hayali, Avrupa Birleşik Devletleri’nin kurulmasıdır. Bu tanım ilk bakışta, çeşitli ülkelerin sınırlarının kalkması ve ortak milletlerin oluşması bakımından oldukça güzel bir talep gibi görülebilir. Fakat devreye Churchill ve onun temsil ettiği İngiliz derin devleti girdiğinde, bu talebin derinlerinde gizli planlar olduğu anlaşılabilmektedir.
Churchill, 1946 yılında yaptığı Zürih konuşmasında Avrupa Birleşik Devletleri tanımını ilk kez kullanmış ve “bu ortaklığı kurmalıyız” demiştir.280 Churchill’in aynı yıl, Zürih konuşmasından birkaç ay önce, ABD’de Westminster College’da yaptığı bir konuşmada “Soğuk Savaş” ve “Demir Perde” tanımlarını ilk defa kullanmış olduğuna da dikkat çekmek gerekmektedir.281 Keza kitabın 1. bölümünde de belirttiğimiz gibi “Soğuk Savaş” deyimi, Churchill tarafından ortaya atılmış suni bir terimdir. Tüm dev güçlerin ciddi şekilde silahlanmalarının önünü açan bu suni mücadeleye Churchill öncülük etmiştir. Amaç ise, ABD ve Rusya gibi iki devi karşı karşıya getirip İngiltere’yi Rusya tehdidine karşı korumak ve ABD’yi, İngiliz derin devletinin kullanacağı bir piyon haline getirebilmektir.
Curchill, Zürih konuşması sırasında Avrupa Birleşik Devletleri tanımını ilk kez kullanmıştır. |
İki terim kuşkusuz birbiri ile bağlantılıdır. Churchill, Rusya tehdidinin devre dışı kaldığı ve ortak paydanın İngiltere olduğu bir dünya düzeni kurabilmeyi hayal etmektedir. Bu amaçla, “Birleşik Avrupa”, “İngiliz Milletler Topluluğu” ve “İngilizce konuşan dünya”nın mutlaka birbirini tamamlayacağını düşünmüştür. Birleşik Avrupa, Churchill’in gözünde daima İngiltere’nin öncülüğünde bir kurum olacaktır. Churchill’in beklentilerine göre bu federasyonun ikinci aşaması ise, İngiltere’nin öncülüğünde bir dünya devletidir.
Churchill’in Zürih’te yaptığı 19 Eylül 1946 tarihli ünlü konuşmasından bazı satırbaşları şöyledir:
– Avrupa, Batı dünyasının bütün büyük temel ırklarının evi olan, saygın bir kıtadır.
– Avrupa Birleşik Devletleri kurulmalıdır.
– Atom bombası, şu anda sadece dostumuzun (ABD’nin) elindedir. Fakat yakın bir gelecekte yaygınlaşacak ve muhalif milletler tarafından sadece medeniyeti sona erdirmekle kalmayacak, aynı zamanda dünyayı da parçalayacaktır. (Bu tanımlama, Rusya tehdidine bir atıf olarak kabul edilmiştir)
Churchill’in bu sözlerin öncesinde yaptığı Westminister College konuşmasında ise hedefteki bu Avrupa Birleşik Devletleri’nin, “Babil’deki bir kokpit olmakla kalmayıp, sağlam bir kaya üzerinde yapılanmış” bir topluluk olması gerektiğini söylemiştir.282 (Babil Kulesi, İngiliz derin devletinin önemli sembollerinden biridir.)
Şunu önemle belirtelim: Barış adına gerçekleşen birlikler her zaman çok değerli ve önemlidir; daima teşvik ettiğimiz ve istediğimiz bir şeydir. Özellikle korkunç iki dünya savaşının ardından Avrupa’nın bir araya gelmesi ve birbirleriyle savaşan değil, birbirlerine destek olan bir birlik oluşturmaları takdire şayandır. Ayrıca Avrupa, kültürü, saygınlığı, sanata ve estetiğe yaklaşımı açısından da önem teşkil eden bir kıtadır. Böyle bir kıtanın, kıtayı oluşturan tüm ülkelerle birlikte kalkınması, kültürlerini birlikte geliştirmeleri ve özellikle özgürlükler, demokrasi ve insan hakları yönünden güçlü adımlar atması son derecede değerli atılımlardır.
Burada AB konusunu ele almamız ve özellikle bu konuda Churchill’in adını geçirmemizin sebebi, söz konusu birlikteliğin bir derin devlet planı olarak ortaya çıktığını gözler önüne sermek ve bu konuda İngiliz derin devletinin muhtemel tuzaklarına dikkat çekebilmektir. Nitekim şu anda, Avrupa’daki bu değerli birliktelik, çeşitli sebeplerle güçsüzleşmiş ve istikrarsızlaşmış durumdadır. Bunun temel sebebi, detaylarını daha sonra inceleyeceğimiz gibi, İngiliz derin devletidir.
Dileğimiz, Avrupa’nın daima bir birlik olarak kalması, daha da güçlenmesi, genişlemesi ve kalkınmasıdır. Birliklerin veya milletlerin çöküşü üzerinden başka ülkelerin kalkınması, hiçbir zaman tasvip edeceğimiz bir durum değildir. Dünya, tüm ülkelerin kalkınıp zenginleşeceği kadar büyük bolluklara sahiptir. Çöküşe uğraması gereken ve mutlaka uğrayacak olan deccali sistemdir. Buradaki ilmi mücadelemiz, bu sisteme karşıdır.
İngiltere’nin AB’deki Konumu
Churchill, Avrupa Birleşik Devletleri’ni oluşturma söylevleri verirken, bu birliğe İngiltere’nin girişi konusuna hiç değinmemiştir. Görünürdeki plan, İngiltere’nin öncülüğünde böyle bir birlik kurmak ama bu birliğin içine İngiltere’yi dahil etmemektir. Oysa Churchill, Birliğin kurulmasına dair ünlü konuşmasında sıklıkla “biz” ifadesini kullanmıştır. Churchill’in, “Avrupa Birleşik Devletlerini kurmalıyız”, “Avrupa halklarının er-geç birliğe katılımını amaçlamalıyız”, “Ülkeleri, Avrupa Birliği’ne katılmak için toplamalı ve kaynaştırmalıyız”, “Avrupa ordusunu kurmalıyız”283 gibi ifadeleri, kurulacak birliğin İngiltere’den bağımsız olmayacağının işaretidir. Ancak Churchill, kurulacak birliğin fikir babalığı yapmasına ve sıklıkla “biz” ifadesini kullanmasına rağmen, çeşitli yazılarında İngiltere’nin bu birliğin parçası olmayacağını da hatırlatmıştır. Bir yazısındaki şu ifadeler dikkat çekicidir:
Avrupa’yla birlikteyiz; ama onlardan değiliz. Onlarla bağlantılıyız ama onların bünyesine dahil değiliz. İlgiliyiz ve ilişkiliyiz; fakat özümsenmiş değiliz.284
Bu taktik, daha sonra İngiliz derin devletinin oldukça işine yarayacaktır. Avrupa Birliği ülkeleri, Churchill’in oluşturduğu zemin üzerinden bir birlik oluşturacaklar ve kısa zaman içinde bunun İngiltere olmadan gerçek bir birlik olamayacağı kanaatini getireceklerdir. Bu kanaat, İngiltere’ye, Birliğe dahil olurken diğer hiçbir ülkeye tanınmamış çeşitli ayrıcalıklar sunacaktır. Bu ayrıcalıklar ise, İngiltere’yi dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline getirecektir.
Avrupa Birliği’nin temelleri, 25 Mart 1957 tarihinde Fransa, Batı Almanya, İtalya ve Benelüks ülkelerini oluşturan Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında imzalanan Roma Antlaşması ile atıldı. Bu anlaşma ile bu birlik, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu oluşturmuş oluyordu. İngiltere, bu yapılanmanın siyasi bir birlik yerine serbest ticari bölge oluşturacak bir birlik olmasından yanaydı. Birliğin ilk adının Avrupa Ekonomik Topluluğu olmasının temel sebebi budur. Birliğin kurulmasından iki sene sonra Stockholm Antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ile Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA) kurulmuştur. İngiliz derin devletinin çabalarıyla gerçekleşen bu oluşumlar, İngiliz Hükümeti’ne, Avrupa Birliği’nden gelecek kazanımların yanı sıra, İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleriyle olan ticari işbirliğini devam ettirme güvencesi de vermiştir. Bunun üzerine 1 Ocak 1973’te İngiltere’nin de Avrupa Birliği üyeliği başlamıştır.
25 Mart 1957’de, Fransa, Batı Almanya, İtalya ve Benelux tarafından imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Birliği’nin temeli olan Avrupa Ekonomik Topluluğu oluştu. |
Bu ayrıcalıklı üyelik kapsamında İngiltere, Avrupa Birliği’nin ortak para birimi olan EURO’ya geçmemiş, Sterlin’de kalmıştır. İngiltere, ayrıca Schengen vizesine de geçiş yapmamış, kendi vizesini özel tutmuştur. AB süreci boyunca İngiltere’nin imzalamadığı pek çok AB antlaşması vardır. Sonuç olarak İngiltere, daima Avrupa Birliği’nin “aykırı” ülkesi olmuştur.
Kuşkusuz İngiltere’nin İngiliz Milletler Topluluğu içindeki ticari çıkarı oldukça büyüktür; keza bu ülkeler doğrudan Kraliçe’nin hakimiyeti altındaki ülkelerdir ve ticari bütün bağlantılarının yolu İngiltere’ye çıkmaktadır. Ayrıca İngiltere, bu ülkeler içinde en büyük ekonomi konumundadır. İngiliz Milletler Topluluğu nüfusunun 2.5 milyar olduğu, Avrupa Birliği nüfusunun ise 500 milyon civarında bulunduğu da unutulmamalıdır.285 Dolayısıyla İngiltere, AB şartlarına ve özellikle EURO bölgesine bağımlı kalmadan Avrupa Birliği’nden çıkar elde eden ülke konumundadır. Şu an dile getirilen Brexit söylemleri ise, AB’nin artık kazanç yerine İngiltere’ye zarar getirmeye başlaması nedeniyledir. Hatırlanacağı gibi İngiliz derin devletinin birliktelikleri, daima çıkarları zarar görene kadardır. İngiliz derin devletinin 19. yüzyıldaki etkili isimlerinden Lord Palmerston’un sözünü burada tekrar hatırlatmakta fayda vardır: “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır.”286
AB İçin Hedeflenen Yönetim Şekli: Komünizm
İngiliz derin devleti, gerçekte AB’yi, kendi hakimiyetindeki bir dünya hükümeti için, bir model olarak tasarlamıştır. Bu şekilde ülkeler üstü bir yönetim öngörmüştür. Bu idare şekli, Sovyetler Birliği’nde, Çin’de, Küba’da, Kuzey Kore’de görmeye alıştığımız kapalı devre elit bir kadronun sözünün geçtiği bir yönetim modelidir. Bu nedenle AB için seçilen ideoloji de aslında komünizmdir. AB’nin merkez kadrolarındaki elitlerin adları genellikle sosyalist, sosyal demokrat ya da liberal sıfatlarıyla tanımlanmaktadır. Fakat gerçekte temel ideoloji, komünizmdir.
Komünist ideolojinin temellerinin atıldığı kıta, Avrupa’dır. Komünist ideoloji Fransa tarafından üretilmiş ve İngiliz derin devleti tarafından olgunlaştırılmıştır. Marks, Lenin gibi komünist ideologlar İngiltere’de yetişmişlerdir. Konuyla ilgili detayları sonraki bölümlerde bulabilirsiniz.
Komünist Manifesto‘nun hazırlandığı ve yayınlandığı yer İngiltere olmuştur. Marks ve Engels, Fransız Devrimi’nin radikal liderlerinden Maximilien Robespierre’den, İngiliz ekonomist David Ricardo’dan, yine Alman felsefeci Hegel’den derin etkilenmişlerdir. Lenin ve Stalin’in köylü devrimleri, Mao’nun kültür devrimi, Pol Pot’un Kamboçya ihtilali, Küba gerilla hareketleri, hep bu Avrupa merkezli “sınıf kavgası” teorileri üzerine bina edilmiştir. Komünizmin uygulamaları dünyanın dört bir yanına yayılsa da ideolojik temeli Avrupa’da atılmış, yeşertilmiş ve gerektiğinde zamana göre revize edilmiştir. Kitleleri peşinden sürükleyen manifestolar hep Avrupa’da yazılmıştır. Komünizmin ilk teorisyenlerinden olan Rosa Luxemburg, Otto Bauer, Rudolf Hilferding, Karl Kautsky de Avrupa menşeili ideologlardır.
Otto Bauer |
AB düşüncesi gerçekte ilk olarak Otto Bauer’ın planıdır. Bauer, Avrupa kapitalizminin kaçınılmaz olarak sosyalist bir Avrupa Birleşik Devletleri ile sonuçlanacağına inanmıştır. Yine komünizmin öncülerinden Leon Trotsky, Avrupa devletlerinin birleşmesinin komünist bir Avrupa’nın ilk aşaması olacağını birçok yerde dillendirmiştir.287
(Sol üstte) Engels’in İngiltere’deki evi
(Sağ üstte) Marks’ın İngiltere’deki evi (En solda) Marks’ın İngiltere’deki mezarı (Solda) Marx Memorial Library (Marks Anıt Kütüphanesi) |
1968 Paris Ayaklanması da, aslında Avrupa kıtasındaki tam teşekküllü bir komünist devrim denemesidir. Nitekim bu ayaklanmanın komünist kadroları, on yıllarca Avrupa siyasetini yönlendirmişlerdir. Daniel Cohn-Bendit ya da Fransa’daki Trotsky yanlısı hareketin lideri Alain Krivine gibi bu kalkışmanın önde gelen isimleri, halen Avrupa Birliği’nin etkili siyasi figürleri olarak politika yapmaya devam etmektedirler.288
1968 yılında gerçekleşen Paris Ayaklanması, tam kapsamlı bir komünist devrim denemesidir. |
Ernesto Rossi’nin Spinelli ile yazdığı Ventotene Manifesto, AB’nin kuruluş belgesi olarak kabul edilir. |
Avrupa siyaseti, Marksist ideolojinin etkisinde kalan birçok siyasetçi görmüştür. Örneğin, Avrupa Birliği’ni kuran Maastricht Anlaşması’nın iki mimarından biri olan François Mitterrand ve İtalya’da 10 yıl Cumhurbaşkanlığı yapan Giorgio Napolitano, Marksist geçmişe sahiptir. AB’nin kurucuları arasında kabul edilen Sicco Mansholt, Paul-Henri Spaak ve Altiero Spinelli, Marksist ideolojinin takipçisi olan teknokratlardır. Spinelli’nin hapisteyken Ernesto Rossi ile yazdığı Ventotene Manifesto, AB’nin kuruluş belgesi olarak kabul edilir. Bugün de Avrupa’yı federalleştirmek amacını güden Spinelli Group hareketi, Cohn-Bendit ve Joschka Fischer gibi komünistler tarafından yönetilmektedir.289
Bugün birçok çevrede AB’nin siyasi yapılanmasının ve yönetim kurallarının gün geçtikçe Sovyetler Birliği’ne benzediği seslendirilmektedir. Sovyetler Birliği toplama kamplarında ve akıl hastanelerinde 12 yıldan fazla kalmış olan Vladimir Bukovsky’nin başını çektiği bir grup, AB’yi komünizme yaklaşmakla eleştirmektedir. Öyle ki Bukovsky, Avrupa Birliği ve Sovyetler Birliği arasındaki tek farkın isimlerinde olduğunu iddia etmektedir. AB’nin aynı SSCB gibi sosyalist yönetimler altında birleşmiş ve bir grup seçkin bürokratik elit tarafından yönetilen federal bir yapı olduğunu anlatmaktadır.290
Üstte, Vladimir Bukovsky Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nun en büyük binalarından ikisi, adlarını, ünlü komünist politikacılar Altiero Spinelli ve Paul-Henri Spaak’tan almıştır. |
İngiliz Bağımsızlık Partisi yöneticilerinden Peter Reeve de İngiltere’nin AB’den çıkmasını savunurken, “Henüz çıkabilirken çıkalım, çünkü samimi olarak AB’nin totaliter bir rejim haline geldiğine ve Marksist bir devrimin yaşanmakta olduğuna inanıyorum” demiştir.291
Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi’nin aksine seçilmiş değil atanmışlardan oluşan bir kurum gibi hareket etmektedir. Komisyon’da en uzun dönem Başkanlık yapmış kişi olan Jose Manuel Barroso eski bir Maocudur.292 Yine eski Başkanlardan Jacques Delors, Romano Prodi293, Manuel Marín294 hep sol eğilimli politikacılardır.
Açıkça görüldüğü gibi İngiliz derin devletinin derin bir planı olan Avrupa Birliği, gerçekte Avrupa’yı hiç terk etmemiş olan komünizmi güçlendirme amacıyla oluşturulmuştur. Komünizm hiçbir zaman Avrupa’yı terk etmemiş, sadece zaman içinde dünyadaki uygulamalardan etkilenerek ideologları tarafından yenilenmiş ve şekil değiştirmiştir.
Şu an Avrupa’da sağ ideoloji yükselişte gibi görünmektedir. Muhafazakar partiler ardı ardına iktidara gelmekte ve bunun sonucunda da Avrupa’da görünürde bir değişim yaşanmaktadır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Avrupa’ya yönelik Afrika ve Ortadoğu’dan göç, İngiliz derin devletinin planlarına hiç uymamaktadır. Avrupa’daki göçü engellemek, o bölgede yerleşmiş olan yabancıları ve özellikle de Müslümanları yıldırmak ve yabancılaştırmak için yeni bir politikaya ihtiyaç duyulmuştur. Aşırı sağcı ve hatta ırkçı partilerin ön plana çıkarılmasıyla söz konusu gruplara karşı bir sindirme politikası başlatılmıştır. Komünist, sosyalist ve solcu kesimler, sözde en vicdanlı davrananlar olarak ortaya çıkmakta ve bu politikaya karşıt görüntü vermektedirler. Oysa ırkçı, hatta faşist uygulamaların çıkış noktası da yine İngiliz derin devletidir.
Unutulmamalıdır ki, İngiliz derin devletinin dünyada yaygınlaştırdığı ve tekrar hakim etmek istediği komünizmin önemli bir prensibi vardır. Lenin’in kitabına isim olarak verdiği bu taktik, “bir ileri, iki geri” şeklinde nitelendirilir. Bu taktiğe göre komünist ideoloji zaman zaman geri adım atmalı, diyalektik materyalizmin gereği olarak ortaya atılan çatışma ortamı sağlanmalı, ortam kapitalistlerin ve liberallerin baş edemeyeceği kadar karışık hale gelmeli ve komünizm bundan sonraki en büyük adımı atmalıdır. İşte şu an Avrupa’da izlenen yöntem budur. Ortam, muhafazakar görünümlü ırkçılara bırakılmış ve Avrupa pek çok yönden istikrarsızlaştırılmıştır. Çoğulcu demokrasisi ile övünen Avrupa’nın pek çok yerinde şu anda Müslümanlara ve yabancılara yaşam hakkı tanınmamaktadır. Yine İngiliz derin devletinin organize ettiği pek çok radikal saldırı, Avrupa insanını korkuya boğmuştur. Bu durum, yine aşırı ırkçı kesimi harekete geçirmiş ve nefret söylemleri ayyuka çıkmıştır. Siyasetteki bu olumsuzluklar, kaçınılmaz olarak halklara da yansımıştır. Dolayısıyla şu anda Avrupa halkı mutsuzdur, EURO batmaktadır, Avrupa ticareti kötüye gitmektedir.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi çökme noktasına gelmiştir. İngiltere, Brexit konusunu tam bu döneme denk getirerek, AB’nin batmakta olan ülkelere karşı üstlenmesi gereken mali sorumluluktan uzaklaşmak istemektedir. Unutulmamalıdır ki, İngiliz derin devleti, hiçbir zaman zorda kalmış devletlere yardım etmez; onları yalnızca sömürür.
Avrupa Birliği’nin içine girdiği bu durum, Birliğin çeşitli bölgelerini hareketlendirmiştir. Önce İskoçya İngiltere’den ayrılmak için referanduma gitmiş, ardından İspanya’da Katalanlar, Belçika’da Flemenkler, yine İngiltere’de Galler, Fransa’da Korsika, İtalya’da Sicilya ve Sardunya gibi bölgeler kendi devletlerinden ayrılmak istemişlerdir. Hatırlanacağı gibi parçalanma, İngiliz derin devletinin devletleri ve sistemleri çökertme planının başlangıç noktasıdır. Ayrılık varsa, sevgisizlik vardır. Sevgisizlik ise İngiliz derin devletinin deccali planları için aradığı en uygun ortamdır.
Avrupa’nın, The Economist dergisinin ifade ettiği şekilde, “ileri derecede hasta” olarak tanımlanması, bir İngiliz derin devleti projesidir. İngiliz derin devleti, Avrupa’nın faşist sağcı ve kapitalist yapısının Birliği çöküşe götürdüğünü ileri sürerek ani ve dev bir komünist hamle yapmayı planlamaktadır.
The Economist dergisi, Avrupa ekonomisini, “ileri derecede hasta” olarak tanımlamıştır. Bu strateji, İngiliz derin devletine aittir. |
Sovyetler Birliği’nin muhalif aktivistlerinden Vladimir Bukovsky bir röportajında, “Avrupa Birliği’nin bir başka Sovyetler Birliği olma yolunda ilerlemesinden endişe duyduğunu” belirtmiştir. Bukovsky, davetli olarak gittiği Avrupa Parlamentosu’nda, kendisine, Rusya’da 1992 yılında okuma izni verilen özel dokümanları referans vererek, Avrupa Birliği’ni sosyalist bir organizasyon haline dönüştürmek için bir komplonun söz konusu olduğunu söylemiştir.
Bukovsky, sözlerine şöyle devam etmiştir:
İlk başlarda, sol görüşlü partiler ve Sovyetler Birliği, Avrupa’nın birleşmesine oldukça karşıydı çünkü bunu, kendi sosyalist hedeflerini engelleme yolu olarak algılamışlardı. Ancak 1985 ve sonrasında bu görüşleri tamamen değişti. Sovyetler, oradaki sol görüşlü partilerle bir anlaşma yapma kararı aldı. Eğer onlarla birlikte çalışırlarsa, Avrupa projesini tamamen gasp edebilir ve bunu tersine çevirebilirlerdi. Orayı bir açık pazardansa bir federal eyalete dönüştürebilirlerdi.295
Bukovsky, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Komünist Parti’nin işlediği suçları belgelemek üzere, okumasına izin verilen gizli dosyalara atıfta bulunarak sözlerine şöyle devam etti:
Örneğin Ocak 1989’da, Trilateral Komisyon’dan bir delege Gorbaçov’u görmeye geldi. Aralarında eski Japon Başbakanı Yasuhiro Nakasone, eski Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing, Amerikalı Bankacı David Rockefeller ve ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger bulunuyordu. Güzel bir sohbet yaptılar ve bu sohbet sırasında Gorbaçov’a, Sovyet Rusya’nın, Gatt, IMF ve Dünya Bankası gibi dünyanın finans kurumlarına entegre olması gerektiğini açıklamaya çalıştılar.
Konuşmanın ortasında Giscard d’Estaing aniden sözü aldı ve şöyle dedi: Sayın Başkan, size tam olarak ne zaman olacağını söyleyemem –belki 15 yıl içinde– ama Avrupa federal bir eyalet haline gelecek; buna kendinizi hazırlamalısınız. Bizimle ve Avrupalı liderlerle birlikte çözüm üretmelisiniz: Buna tepkiniz nasıl olacak, diğer batı Avrupa ülkelerinin bununla etkileşimlerini nasıl karşılayacaksınız ya da bunun nasıl bir parçası olacaksınız? Buna hazırlıklı olmalısınız.”
Bu konuşmanın tarihi Ocak 1989 idi; daha henüz Maastricht Antlaşması tasarı halinde bile değildi. Giscard d’Estaing, 15 yıllık zaman içinde neler olacağını nereden biliyordu? Ve, sürpriz, sürpriz üzerine, nasıl oldu da bu kişi 2002-2003 tarihleri arasında Avrupa Anayasası’nın yazarı haline geldi? Çok güzel bir soru. Oldukça komplo kokuyor değil mi?
Neyse ki, bu komplonun Sovyet tarafı erken çöktü ve Moskova’nın olaylara etki edeceği noktaya ulaşmadı. Ama orijinal fikir, Sovyetler Birliği’nin durumu yumuşatarak ve daha sosyo-demokrat hale gelerek ve Batı Avrupa’nın da sosyo-demokrat ve sosyalist hale gelerek, “kavuşma” adı verilen eylemin gerçekleşmesiydi. Bunun sonrasında bir kavuşma gerçekleşecekti. Yapılar birbirine uymalıydı. İşte bu nedenle Avrupa Birliği’nin sistemi başlangıçta Sovyet yapısına uymak üzere inşa edildi. Zaten bu nedenle oldukça benzer fonksiyon ve yapılar bulunuyor.296
Görülebildiği gibi Avrupa Birliği, henüz kurulmadan önce İngiliz derin devletinin etkisindeki kurumlardan biri olan Trilateral Komisyon’un bir projesiydi. (Trilateral Komisyon ile ilgili detayları kitabın 1. cildinde bulabilirsiniz.) Amaç ise, yeni bir Sovyetler Birliği oluşturabilmek ve komünizmi bu şekilde canlı kılabilmekti. Tüm ülkeler birleşerek bir federasyon oluşturacaklar ve kapitalizmin Avrupa’ya getirdiği başarısızlık, bu güzel kıtayı komünizme sürükleyecekti. Plan buydu.
İngiltere ise, Birlikten fayda elde ettiği süre bittiğinde, bu oluşumdan uzaklaşacak ve tüm yükü diğer üye ülkelere bırakacaktı. Şu an karşımıza çıkan Brexit kararları da, aslında Avrupa Birliği kurulduğu zamandan beri verilmiş bir karardı. İngiltere, Avrupa’nın çöküşe yaklaştığı bir zamanda bu projeyi uygulamaya geçirecekti. Ekonomik çöküş, ırkçılık, yabancı karşıtlığı, Müslüman karşıtlığı ve Ortadoğu’da kasıtlı olarak çıkarılmış olan savaşlardan sürüklenip gelen göçmenler, Birliğin geri kalan ülkelerinin sorunu olacaktı. Öyle de oldu.
Avrupa Birliği’nde Ne Değişmeli?
İyilerin ittifakı, daima istediğimiz bir ülküdür. İyilik adına oluşmuş tüm birliktelikler daima takdire layıktır ve mutlaka güçlendirilmesi gerekir. Bu bakış açısıyla Avrupa Birliği’nin de ayakta kalması, birlik ruhunun güçlenmesi ve daha da geniş bir alana yayılması arzumuzdur. Çabamız; insanların, toplumların, devletlerin parçalanıp bölünmesinin önüne geçmek; insanların, toplumların ve devletlerin önündeki engelleri kaldırıp, onları birleştirebilmektir.
Avrupa Birliği’nin kuruluş hedeflerindeki bir kısım gerçekleri, burada deşifre etmemizin nedeni, gerçekleştirilmeye çalışılan kirli planı ortaya çıkarmaktır. Bu emellerin deşifre edilmesi, Birliğin, arka plandaki komploları görmesine olanak sağlayacak, daha sağlıklı ve huzurlu bir ittifak oluşmasına vesile olacaktır.
Birliği, demokratik bir oluşum şeklinde hayatta tutmak isteyenler, Avrupa Birliği’ni “komünistleştirme” çabalarının farkında olmalıdırlar. Birliği krize sokan her türlü unsurun bir plan dahilinde geliştiğini unutmamalılar. Düşmanlık politikalarının mutlaka toplumları ve ittifakları çöküşe götürdüğünü ve bu yüzden İngiliz derin devleti tarafından ön plana çıkarılmış kirli bir plan olduğunu dikkate almalılar. Eğer şu anda Avrupa Birliği, ırkçı, yabancı karşıtı, İslam düşmanı, göçmen karşıtı gibi sıfatlarla anılıyorsa, bunun, İngiliz derin devletinin kasıtlı olarak ön plana çıkardığı politikacılar ve politikalar vesilesiyle olduğunu görebilmeliler.
Avrupa Birliği’nin şu anda ırkçı, yabancı karşıtı, İslam düşmanı, gibi sıfatlarla anılmasının tek sebebi, İngiliz derin devletidir. Bu şekilde sağ kesim yıpratılacak, sol kesim ön plana çıkacaktır. |
Avrupa Birliği tüm zorluklarından kurtulmalı ve güçlenmelidir. Bunun için, çıkarcı bir finans birliği olma ihtirasını bırakıp tüm toplumları demokrasi ve özgürlüklere taşıyacak bir kurtarıcı düsturu üstlenmelidir. Bunu yapabilmek için, anayasasında en fazla vurgu yapılan kavramı, yani insan haklarını ön plana almalıdır. İnsan haklarına sadece Avrupa insanlarının değil, tüm dünyadaki insanların sahip olduğunu unutmamalıdır. Herkese kalbini açan, herkesi bünyesinde barındırıp birlikte gelişip güçlenmeye önem veren bir Avrupa Birliği, kısa bir süre içinde tüm dertlerinden kurtulacaktır. Bunun için Birliğin, öncelikle, İngiliz derin devletinin kirli planlarının önüne set çekmesi elzemdir. Ayrıca bu yüzden, İngiliz derin devletinin bir projesi olan Darwinizm’in pençesinden kurtulması acildir. Darwinizm, Avrupa insanlarını yanlış yönlendirmekte, bir kısım Avrupalının diğer toplumlara değer vermesini engellemektedir.
İngiliz derin devletinin sömürge döneminden bu yana, devletleri ve milletleri kullanmaya yönelik politikaları olduğu ve hedefinde mutlaka dünya hakimiyeti bulunduğu unutulmamalıdır. İngiliz derin devleti için kullanılmayacak devlet veya ırk yoktur. Avrupa halkı, bundan müstesna değildir. Nitekim şu an karşımıza çıkan tabloda, Avrupa Birliği’nin kuruluş aşamasından itibaren İngiliz derin devleti tarafından kullanıldığı gözler önündedir. Dolayısıyla, İngiltere devleti başta olmak üzere, bu kirli planı tüm Avrupa ülkeleri görmeli, bu plan tersine çevrilmeli ve insanların, gerçekten özlem duydukları sevgi birliğinin temelleri hızla atılmalıdır.
Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık besledikleriniz arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine Suresi, 7)
İngiliz Derin Devleti ve NATO
İngiliz derin devletinin İngiltere’yi dünyanın efendisi yapma projesinin önünde üç önemli engel vardı. Bunlar Alman İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya idi. Bunlardan ilk ikisini her iki dünya savaşları vasıtasıyla bertaraf etti. Ancak Rusya, dünya savaşları sonrasında İngiliz derin devletinin hedefi olmaya devam etti.
İşte “Soğuk Savaş” doktrini ve onun bir ürünü olan NATO, bu arayışın bir sonucudur. İngiliz derin devleti, tek başına yapamadığını, Atlantik’in iki yakasında bulunan müttefiklerini birleştirerek yapma planını yürürlüğe koydu.
Avrupa Birliği konusunda yaptığımız hatırlatmayı burada yineleyelim. NATO, II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ülkelerinin yeniden böyle bir akıl tutulmasına girmelerini önleme ve tüm dünyada barışı inşa etme düsturu üzerine kurulmuş önemli bir birliktir. Resmi olarak 1959 yılında kurulan NATO’nun Antlaşma metninin ilk cümleleri şöyledir:
Bu Antlaşma’nın Tarafları, Birleşmiş Milletler Yasası’nın amaçları ve ilkelerine olan inançlarını ve bütün halklar ve bütün hükümetlerle barış içinde bir arada yaşama arzularını teyit ederler.
Ülkelerin tek çatı altında toplandığı NATO gibi paktlar elbette önemlidir. Sorun, İngiliz derin devletinin kirli hedefleridir. |
Kuzey Atlantik Paktı, Nisan 1949’da Harry Truman tarafından imzalanmış, Ağustos 1949’da ABD Hükümeti tarafından onaylanmıştır. NATO’nun resmi kuruluşu ise 1959 yılında gerçekleşecektir. |
Demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıklarını korumakta kararlıdırlar.
Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçlarlar.
Toplu savunma ve barış ile güvenliğin korunması için çabalarını birleştirmekte kararlıdırlar.
Bundan dolayı bu Kuzey Atlantik Antlaşması’nı kabul etmişlerdir.
Antlaşmanın 1. maddesi ise barışı güvence altına alan önemli bir maddedir:
Taraflar, BM Yasası’nda ortaya konduğu üzere, karışmış olabilecekleri herhangi bir uluslararası anlaşmazlığı, uluslararası barış, güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM’nin amaçlarına aykırı olacak şekilde güç kullanımı ya da tehdidinden sakınmayı taahhüt etmektedirler.
Görülebileceği gibi NATO’nun kağıt üzerinde, oldukça ulvi bir kuruluş amacı vardır. Ülkeler arası sorunları barış yoluyla çözme gibi bir düstur üstlenmiştir. Hem ülkelerin birleşmesi hem de barışı sağlama hedefi nedeniyle NATO’nun varlığı güzeldir; bu birliğin barışçıl amacı mutlaka desteklenmelidir.
NATO konusunda eleştiri noktamız, tıpkı Avrupa Birliği’nde olduğu gibi bu birlikte de kuruluş hedeflerinin İngiliz derin devleti tarafından saptırılmasıdır. Her ne kadar barış düsturu üzerine kurulu olsa da en fazla askeri üs kuran ve en fazla silahlanan kurum bugün NATO’dur. Churchill’in geliştirdiği Soğuk Savaş stratejisini bugün Soğuk Savaş olmamasına rağmen çeşitli bahanelerle uygulamaya geçiren kurum yine NATO’dur. Denizlerde de silahlanma mücadelesi gün geçtikçe daha ürkütücü boyutlara gelmektedir. Soğuk Savaş’ın bittiğini söyleyen NATO, Rus sınırına sürekli olarak asker yığmakta, eski demir perde ülkelerini Rusya’dan uzaklaştıracak bir politika gütmektedir. Suriye savaşının amaçlarından birinin de Suriye’deki Rus üssüne bir misilleme olduğunu unutmamak gerekmektedir. Dolayısıyla NATO’nun barışı inşa etme yönündeki hedefi, bir silahlanma yarışına dönüşmüş görünümdedir. Bütün bunların sorumlusu ise, NATO’yu kullanarak Rusya’yı pasifize etmeye çalışan İngiliz derin devletidir.
İngiliz derin devletinin NATO’nun ve Pentagon’un politikalarını yönlendirmek için kullandığı aygıtların başında Atlantic Council (Atlantik Konseyi) gelmektedir. Bu Konsey’de benimsenen eylem planları, daha sonra NATO tarafından hayata geçirilmektedir.
Ariel Cohen |
Atlantic Council’den ve İngiliz derin devletinin himayesindeki diğer grup ve kurumlardan Rusya’ya karşı daha fazla silahlanmayı ve bu ülke üzerinde baskı kurmayı teşvik eden öneriler kesintisiz olarak gelmektedir. Atlantic Council’den (Atlantik Konseyi) Ariel Cohen’in ifadeleri bunu açıkça göstermektedir:
NATO Rusya’nın gittikçe artan saldırganlıklarına karşı üyelerini koruyacak önlemler almalıdır. Karadeniz bölgesinde hava, kara ve deniz güçlerini arttırmalı, uzaydan gözetleme sistemlerini güçlendirmeli, keşif ve istihbarat sistemleri yerleştirmelidir.297
Oysa ki, Rusya’nın Ukrayna ve Suriye dışındaki bölgelere müdahilliği gözlemlenmemiştir. “Saldırganlık” kaygısından söz açıp da dünyadaki 212 ülkeden 193’ünü işgal etmiş olan İngiltere’den hiç bahsetmeyen Atlantic Council raporunda vurgulanan “Rusya’nın gittikçe artan saldırganlıkları” ifadesinin tanıdık bir İngiliz derin devleti propagandası olduğu görülebilmektedir.
Bu provokasyon NATO kapsamında bazı kişilerin işine gelmekte, NATO’yu silahlandırma ve Karadeniz’i bir savaş denizi haline getirme planı uygulamaya konulmaktadır.
Soğuk Savaş sona ermesine rağmen NATO’nun, Rusya’ya karşı Karadeniz’i bir savaş denizi haline getirmesi düşündürücüdür. |
Bu projeyi dillendiren Atlantik Konseyi’ni yakından incelediğimizde, ilginç bağlantılar dikkat çekmektedir. Obama, 2009 yılında iktidara geldiğinde, Atlantik Konseyi Başkanı James Jones, Obama’nın Milli Güvenlik Danışmanlığı’na getirilmiştir. Yine Konsey’den Susan Rice Birleşmiş Milletler Büyükelçisi, Richard Hallbrooke da Afganistan ve Pakistan özel elçisi olarak atanmıştır. Konsey üyesi Anne Marie Slaughter ise ABD Dışişleri Bakanlığı’nda stratejik planlamanın başına getirilmiştir. Jones’un yerine Konsey Başkanı olan Senatör Hagel ise 4 yıl sonra Savunma Bakanlığı koltuğuna oturmuştur.
Konsey’in politikalarının ABD devlet kurumlarının politikaları haline gelmesinden sonra ise Suriye, Yemen ve Ukrayna’da iç savaşlar patlak vermiştir. Irak, Libya ve Afganistan’daki savaş ortamı en üst düzeye çıkmış; IŞİD belirmiştir. Türkiye’deki darbe girişimini de unutmamak gerekmektedir. Görülebildiği gibi İngiliz derin devletinin himayesindeki gruplar, rahatlıkla ABD yönetimine hatta NATO’ya etki edebilmektedir. İngiliz derin devletinin hegemonyası altına aldığı sistemler, içine girdikleri felaketlerden uzaklaşamamaktadır. Yeni geliştirilen Soğuk Savaş stratejisinin de böyle bir oyun olduğu mutlaka akılda tutulmalıdır.
NATO’daki Gizli Ordu
İsviçreli tarihçi Daniele Ganser, NATO’nun Gizli Orduları isimli kitabında, özellikle İngiliz istihbarat örgütü MI6 tarafından Avrupa’nın 6 ülkesinde NATO tarafından kurulmuş olan ve ülkeler içinde Gladio operasyonlarından başka gizli eylemlere imza atan ürkütücü bir gizli ordunun hüküm sürdüğünü anlatmıştır. Ganser, bu özel ordunun, Churchill tarafından II. Dünya Savaşı sırasında kurulan “Özel Operasyonlar İdaresi’nin (SOE) doğrudan doğruya bir kopyası” olduğunu belirtmiştir.298 Buradan da anlaşılabileceği gibi NATO gizli ordusu, bir İngiliz derin devleti planıdır.
Söz konusu gizli ordunun oluşturulma sebebi, herhangi bir Sovyet istilası yaşanması durumunda “ordunun düşman hatları gerisinde faaliyet göstermesini ve işgal kuvvetlerinin erzak yolları ile üretim merkezlerinin patlayıcılarla sabote edilmesi”ni içermektedir. Ancak bu hayali Sovyet istilası hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Zaten gerçek amaç da bu değildir.
Avrupa’da gerçekleşen gizli kapaklı eylemler, söz konusu gizli ordu tarafından gerçekleştiriliyordu. Bunun için de tanıdık bir bahane vardı; komünizm. Oysa daha önce de incelediğimiz gibi, İngiliz derin devletinin hedefi, komünizmi ortadan kaldırmak değil, bu bahane ile çeşitli ülkelerde çatışma ve huzursuzluk çıkartmaktı. Nitekim dünyada gerçekleşen pek çok darbe eylemi, söz konusu gizli ordu tarafından yürütülmüştü.
İsviçreli tarihçi Daniele Ganser, NATO gizli ordusunu ifşa ettiği kitabında, Gladio operasyonlarını MI6’in organize ettiğini belirtmiştir. |
Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, MI6 operasyonunun farkına varınca NATO askerlerini Fransa’dan çıkardı. |
Bunun farkına varan liderlerden biri olan Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, NATO’nun birleşik komuta yapısı dışına çıkmaya karar vererek, ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın korunması adına, NATO askerlerini Fransa’dan çıkarmıştı. NATO Avrupa karargahı alelacele Paris’ten Brüksel’e taşındı. Öyle ki, Fransa günümüzde NATO’dan tamamen çıkmayı tartışmaktadır. Marine Le Pen’in partisi Ulusal Cephe iktidara gelmesi halinde Fransa’yı NATO’dan çıkaracağını ve Fransız generallerine başkalarının emir vermesini engelleyeceğini resmi internet sitesinde açıkça duyurmaktadır.
NATO gizli ordusunun varlığının ortaya çıkması, askeri ittifakın sırlarının ilk olarak ifşa edildiği bir olaydı. Örtülü faaliyet araştırmacısı Philip Willan bu konuda şöyle demekteydi:
Altında imzası bulanan ülkelerin gizli servislerini, komünist partilerin iktidara gelmesini engellemeye dönük faaliyetler yürütmeye tabi tutan gizli NATO protokollerinin varlığı, ilk olarak 1966’da ortaya çıktı. Bu, Cumhurbaşkanı de Gaulle’ün Fransa’yı NATO’nun birleşik komuta yapısı dışına çıkarmaya karar vererek, ulusal egemenliğin korunması adına, protokollerin kaldırılacağını duyurması ile oldu.299
Aynı dönemde Muhafazakar Parti üyesi olan Rupert Allason, Associated Press’e telefonla verdiği bir demeçte, “İngilizlerin, çeşitli şebekeleri kesinkes finanse ettiğini ve yönettiğini ve MI6 aracılığıyla, CIA’yle birlikte direkt olarak bu işlere bulaştığını” açıkladı. Allason, 1949’dan sonra gölge orduların NATO özel Kuvvetler Komuta ve Kontrol Yapısı tarafından koordine edildiğini, İngiltere’nin Hava Servisi Özel Kuvvetleri’nin (SAS) bu yapı içinde stratejik bir rol oynadığını söylüyordu.300
İngiliz BBC Televizyonu, 4 Nisan 1991’de yayınlanan Newsnight (Gece Haberleri) programında, “Avrupa genelinde gölge ordular kurulmasında İngiltere kesinlikle asli bir rol oynadı” demişti. Newsnight sunucusu John Simpson, konuya ilgili tüm bilgileri sakladıkları için MI6 ve Britanya Savunma Bakanlığı’nı eleştirerek şöyle diyordu:
Gladio’nun varlığıyla ilgili itirafları izleyen dönemde, diğer Avrupa ülkelerinin gölge ordulara sahip olduğu ortaya çıktı. Hatta konu, tarafsız ülkeler olan İsveç ve İsviçre’de de aleni biçimde tartışılmakta. Bazı ülkelerde ise konuyla ilgili soruşturmalar açıldı. Ancak İngiltere’de hiçbir gelişme yok; Savunma Bakanlığı’nın, ulusal güvenlik meseleleri tartışılamaz şeklindeki mutat açıklaması hariç.301
Simpson, Gladio meselesinin nasıl bir NATO projesi olduğunu ise şu şekilde açıklıyordu:
NATO’nun en gizli servislerinin ortaklaşa günahlarıyla ilgili bilgiler, ancak şimdi ortaya çıkmaya başladı. İtalya’da olası Sovyet işgali karşısında direniş örgütlemek için devlet eliyle oluşturulmuş gizli bir ordunun faaliyetleri, kurulan bir meclis komisyonu tarafından araştırılıyor. Soruşturma, Avrupa genelinde benzer gizli kuvvetlerin açığa çıkmasına yol açtı. Gladio adıyla bilinen İtalyan grubu ise bir dizi terörist bombalamaya karışmak suçlamasıyla karşı karşıya.302
İsviçreli tarihçi Daniele Ganser, MI6’in bu meseleye dahil olduğuna dair doğrulamanın ancak yıllar sonra bir müze aracılığıyla mümkün olduğunu belirtir. Ganser’in belirttiğine göre, Temmuz 1995’de Londra’daki Imperial War Museum’da (İmparatorluk Savaş Müzesi) açılan “Gizli Savaşlar” başlıklı serginin kapısında “Sergide görmek üzere olduğunuz şeyler yıllar boyu ülkenin en sıkı korunan gizlerinin bir parçasıdır. Bunlar ilk kez burada kamuoyuna sunulmaktadır. Hepsinden önemlisi bu, gerçekliktir… Gerçek, farz olunandan daha inanılmaz ve heyecan vericidir” ifadeleri yer alıyordu. MI6’e ayrılan pencerelerden birinde ise itiraf niteliğindeki şu açıklama vardı:
MI6’in muhtemel bir III. Dünya Savaşı hazırlıkları arasında, Sovyetlerin Batı Avrupa’da ilerlemesi durumunda düşman hatları gerisinde faaliyet gösterecek “Stay Behind” (Gladio) gruplarının oluşturulması bulunmaktaydı.303
Ganser, sergi açıldıktan birkaç ay sonra iki eski MI6 görevlisi ve Kraliyet Deniz Kuvvetleri askerleri olan Giles ve Preston’un, yazar Michael Smith’e bazı itiraflarda bulunduklarını belirtmiştir. Giles ve Preston, 1940’ların sonu ve 1950’lerin başı boyunca İngilizlerin ve Amerikalıların, beklenen Sovyet işgaline hazırlık amacıyla Batı Avrupa’da gölge birimler kurduklarını doğruladı. Bu dönemde Giles ve Preston, MI6’in SAS (Special Air Service – Özel Hava Servisi) ile birlikte gladyatörlere eğitim verdiği İngiltere Portsmouth yakınlarındaki Fort Monckton’a yollanmıştı. Kendilerine şifrelerle, silah kullanımıyla ve örtülü operasyonlarla ilgili eğitim verilmişti. Preston kendi eğitimini, “Gecenin kör saatinde dışarıya çıkartılıp, istasyon şefi ya da taşıyıcılara görünmeksizin tren istasyonlarında trenleri havaya uçuruyormuş gibi hareket ediyorduk” şeklinde anlatıyordu.304
Geçmişten günümüze İngiliz SAS komandoları |
İngiliz tarihçi John M. Mackenzie, bütün bu olayların ana merkezinde bulunan İngiliz derin devletini şöyle tarif etmişti:
Modern zamanların İngiltere’si daima sarsıcı yıkımların merkezi oldu; bu başkaları tarafından böylece bilindi, yalnız kendisi durumu böyle görmedi.305
BBC, 1980’lerde İngiliz ve Amerikan Özel Kuvvetleri arasındaki gizli işbirliğini gözler önüne seren Unleashing of Evil (Kötülük Azat Edildi) adlı bir belgesel yayınladı. Belgeselde SAS Özel Hava Servisi ve ABD Yeşil Berelilerinin son otuz yılda Kenya’dan Kuzey İrlanda’ya, Umman’dan Vietnam’a, Yemen’den Kıbrıs’a ve diğer ülkelere varan tüm büyük harekatlarda tutuklulara nasıl işkence yaptıkları teşhir ediliyordu. Unleashing of Evil belgeselinin İngiliz yapımcısı ve iki yıl sonraki Gladio skandallarının ünlü muhabirlerinden gazeteci Richard Norton Taylor, belgeseli şu yorumla bitiriyordu: “İşkence bize varsaydığımızdan daha yakın ve daha yaygın.”306
1983’te İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher, özel İngiliz birimi SAS’ı (Special Air Service – Özel Hava Servisi) Pol Pot kuvvetlerine eğitim vermeye yolladı. SAS kıdemli askerleri daha sonraları yaşadıklarını şöyle anlatacaklardı:
İlk önce 1984’te Tayland’a gittik. … Kızıl Kmerler’e pek çok teknik konuda eğitim verdik. Başlangıçta, doğrudan köylere inip insanları kıyımdan geçirme düşüncesindeydiler. … Pek çoğumuz, azıcık imkan tanınsa, taraf değiştirecektik. Sinirlerimiz öylesine bozulmuştu. Pol Pot’la ortaklaştırılmış olmaktan nefret ediyorduk.307
Görülebildiği gibi söz konusu gizli ordu, Pol Pot gibi kanlı komünistlerin ordularını dahi eğitme görevini üstlenmekteydi. Bu durum, İngiliz derin devletinin komünizm ile ne kadar içli dışlı olduğunun ve “komünizmle mücadele” düsturunun aslında sadece göz boyamadan ibaret olduğunun açık delilidir.
Ganser, NATO’nun gizli ve illegal ordularının 1990 sonlarında ortaya çıkması ve doğrudan İngiliz derin devletinin bu orduların kurgulanması ve faaliyetleri konusunda başrolü oynamasıyla ilgili olarak bir sessizliğin hakim olduğunu belirtmiştir. O dönemde İngiltere’de iktidarda olan John Major hükümetinin bu konuda herhangi bir adım atmayı veya malum olanı itiraf etmeyi reddettiğini ifade etmiştir. Başbakanlık sözcüleri ise İngiliz basınına günlerce, “korkarım güvenlik meselelerini tartışmayacağız” açıklaması yapmışlardır. İngiliz Parlamentosu konuyla ilgili bir basın toplantısı veya meclis araştırması yapmaktan kaçınmıştır. 1992’de İrlandalı gazeteci Hugh O’Shaughnessy, “Britanya’nın merkezinde yer aldığı bir mesele hakkında, Beyazkoridor’da yaşanan sessizlik fazlasıyla dikkat çekici.” diyordu. BBC, 4 Nisan 1991 tarihli Newsnight yayınında, gizli ordulara atıfta bulunarak “Maske düştü, dehşetengiz olaylar göründü” diyordu. İtalyan Parlamenter Sergio de Julio kameralar önünde, “Elimizde, Gladio’nun başlangıcından itibaren, askerlerin eğitim için İngiltere’ye gönderildiğini kanıtlayan belgeler var. Bunlar Gladio örgütünün temel çekirdeğini kurmakla görevliydiler,” demiştir.308
General Gerardo Serravalle |
BBC muhabiri Peter Marshall, 1971-1974 yılları arası İtalyan Gladio’sunu yöneten General Gerardo Serravalle ile gerçekleştirdiği söyleşide, generale doğrudan İngilizlerin rolünü sordu. İtalyan general, İngilizlerle ciddi bir iş birliği içinde olduklarını doğruluyordu: “Ben onları (İngilizleri) davet ettim; biz onların İngiltere’deki üslerini –gölge üslerini– ziyaret etmiştik ve iadeyi ziyaret bağlamında ben de onları davet ettim.” Gazeteci Marshall, “İngiliz gölge üssü nerede?” diye sorunca general gülmeye başlıyor ve soruyu şöyle yanıtlıyordu: “Üzgünüm size nerede olduğunu söylemeyeceğim, çünkü bu ülkenizin gizlilik alanı içerisine giriyor.” Ardından Marshall, net yanıt alacağı bir soru soruyordu: “Ama İngilizlerden etkilendiniz?” Serravalle’nin cevabı şuydu: “Evet, öyle. Çünkü hayli verimli, iyi örgütlenmiş bir yapıydı ve kadro mükemmeldi”.309
Bütün bu gelişmeler, Churchill’in kurduğu Britanya Özel Operasyonlar İdaresi’nin bir kopyası şeklinde kurulan bir NATO gizli ordusunun var olduğunu, bunun, Gladio ismindeki yeraltı yapılanmasının temeli olduğunu ve bütün bunların ana karargahının İngiltere, organizatörün ise İngiliz derin devleti olduğunu kanıtlıyordu. Söz konusu gizli ordu, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelerde terör eylemleri ve sayısız ülkede askeri darbeler gerçekleştirmişti. Buna, hedefteki ülke Türkiye de dahildi.
NATO Gizli Ordusu ve Darbeler
Devrilen İran lideri Musaddık |
NATO gizli ordusu, hedefteki ülkelerdeki istenmeyen yönetimleri devirme misyonunu da üstlenmiştir. İngiliz derin devletinin hakimiyeti altındaki söz konusu gizli ordu, 1953’te İran’da petrol kazancının bir bölümünü halka dağıtmayı planlayan Musaddık Hükümetini devirdi.310 Bunun ardından 1954 Guetamala darbesi ile devam eden darbeler hikayesi G. Amerika, Afrika ve Ortadoğu’daki çeşitli ihtilallerle devam etti.
Türkiye, bu darbe furyasına maruz kalan ülkelerin en başlıcalarındandı. İngiliz derin devletinin devreye soktuğu yancılar ve ajanlar bu konuda da faaliyet içinde olmuş ve ülkeyi çeşitli şekillerde darbelere hazır hale getirmişlerdi. 27 Mayıs darbesinden sadece iki gün sonra, 29 Mayıs 1960’ta İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’deki askeri yönetimin tanınmasına ilişkin bir yönerge gönderdi. Yönergeye göre, “İngiliz hükümeti yeni rejimi ABD ile aynı anda tanımayı çok arzulamakta” idi. Burada aslında İngiliz derin devleti bilinen bir taktiğini kullanmıştı: Tüm projenin arkasında olmasına rağmen ikinci plandaymış gibi bir tavır takınmaktaydı. Aynı günlerde Ankara’daki Kanada, Pakistan ve Hindistan büyükelçileri de İngiliz büyükelçisi ile yakın irtibatlarını sürdürüyorlardı ve kendi hükümetlerinin de Türkiye’deki darbe hükümetini tanımayı uzun süre geciktirmeyeceklerini belirtmişlerdi.
Dönemin İngiliz Hükümeti, darbe sonrası Türkiye ile “memnun edici düzeyde gelişen” ilişkilerden oldukça tatmin olduğunu belirtmiş ve ilişkilerin sürdürülmesini temenni etmişti.
Menderes’in geçirdiği uçak kazası da, ardından gerçekleşen darbe de İngiliz derin devleti tarafından gerçekleştirilmiştir. Derin devletin ajanları ve yancıları yine devrede olmuştur. |
Muhsin Batur |
Elbette ki İngiliz Hükümeti ile Türk Hükümeti’nin ilişkileri sürekli olarak gelişerek güçlenmelidir. Burada eleştiri noktamız, tarihin her döneminde İngiliz Hükümetlerinin, işlerine geldiği için Türkiye’deki darbe hükümetlerine destek olmasıdır. Bunun da sebebi, İngiliz Hükümetlerinin her dönem, İngiliz derin devletinin etkisi altında faaliyet göstermek zorunda olmasıdır. Dolayısıyla asıl sorumlu İngiliz Hükümetleri değil, İngiliz derin devletidir.
12 Mart 1971 darbesinde de benzer süreçler yaşanmıştır. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik gelişmeler, hayata geçirilen büyük projeler ve bütün bu proje yatırımları için gereken yardımın SSCB’den gelmesi, Türkiye’yi yine İngiliz derin devletinin hedefi haline getirmişti. Tanıdık senaryo yine hayata geçirildi; Demirel Hükümeti, 12 Mart muhtırası ile istifa ettirildi.
12 Mart muhtırasında imzası olan Orgeneral Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler adlı kitabında, 12 Mart ortamının yaratılmasında bir kısım “dış faktörlerin” varlığını şöyle anlatmıştı:
Süleyman Demirel |
12 Mart’tan sonra bazı siyasilerimiz ve düşünürlerimiz olayın oluşumunda dış etkenlerin ve hatta CIA gibi dış örgütlerin, haşhaş gibi konuların rolünün olduğundan bahsettiler. … Bu yönlendirmede ajanlar, ajan provokatörler ve hepsinden önemlisi basın-yayın ve propaganda yolu ile istenilen ortamın oluşması sağlanabilir. Bu elemanlar 12 Mart ortamının yaratılmasında kullanılmış olabilir.311
Demirel Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil bu dönemle ilgili olarak, “CIA altımızı oymuş, haberimiz olmamış” ifadelerini kullanmıştır. Oysa burada asıl rol, ne doğrudan CIA’in ne de doğrudan NATO’nundur. Bu darbeyi gerçekleştiren el, perde arkasındaki gizli ordularıyla dehşet saçan İngiliz derin devletidir. Ancak o dönemde de hiç kimse, bu gizli elin adını koyamamıştır.
İhsan Sabri Çağlayangil |
1974’ten sonra durum biraz da olsa değişmiş, yeni kurulan CHP-MSP koalisyon Hükümeti, 1971 muhtırasıyla verilen tavizleri geri almaya başlamış, akabinde Kıbrıs müdahalesi gerçekleşmişti. Bunlar, İngiliz derin devletinin tasvip etmeyeceği türden şeylerdi. Bunların hemen sonrasında İngiliz derin devletinin emri ile ABD tarafından Türkiye’ye ambargo gelmiş ve üç yıl devam etmişti. Türkiye ise ABD üslerini kapatmış ve tekrar, Doğu’ya ve Sovyetlere yanaşmıştı. Gelişmelerden hoşlanmayan İngiliz derin devleti, hemen tekrar devreye girmişti.
12 Eylül 1980’de, Türkiye’de üçüncü kez darbe oldu. Darbe gerçekleştiği sırada üç bin Amerikan askeri Anvil Express tatbikatı için Türkiye’de bulunmaktaydı. Söz konusu askerler, gerçekte NATO’nun gizli orduları tarafından kullanılan piyonlar olduklarını muhtemelen bilmemekteydi. İngiliz derin devleti, karışıklık içinde bulunan ülkede, mutlaka gerçekleşmesi gereken darbeyi başarılı kılmak için kendince her türlü önlemi almıştı. Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde yaptığı gibi, asker konuşlandırmak, bu tedbirlerin başında gelmişti.
İngiliz derin devletinin güdümünde gerçekleşen 1971 muhtırasının sonrasında Kraliçe Elizabeth’in Türkiye ziyareti |
İngiliz ajanlarının devreye girmesiyle gerçekleşen 1980 darbesi, beraberinde büyük acılar getirdi. |
CIA Ankara Şefi Paul Henze |
CIA’in Ankara şefi Paul Henze’in, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a darbeyi “bizim çocuklar yaptı” sözleriyle haber vermesi bu dönemde çok dikkat çekmiştir. Darbe sonrası NATO, Türkiye’nin oldukça fazla bölgesinde askeri üs kurma ayrıcalığına kavuşmuştur.
Türkiye’nin dış politikasında farklı açılımlara yöneldiği ve bağımsızlaşmayı tercih ettiği dönemler daima darbelerle karşılık bulmuştur. Bunlardan biri, önceki üç darbe gibi başarıya ulaşan 28 Şubat 1997 post-modern darbesi; diğeri başarısızlıkla sonuçlanan 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve sonuncusu ve en önemlisi ise 15 Temmuz 2016 tarihinde Türk Milletinin azmi sonucunda başarısızlıkla sonuçlanan hain darbe teşebbüsüdür. Türkiye’deki darbelerde İngiliz derin devletinin doğrudan oynadığı rol, kitabın 3. cildinde tüm detaylarıyla ele alınacaktır. Bu mafyavari yapılanma, sadece NATO’nun temel ilkesini engellemeye çalışmakla kalmamış, aynı zamanda başka ülkelerin de içişlerine karışarak onları kendi piyonu haline getirmiştir.
Eski Başbakan Bülent Ecevit, 28 Kasım 1990’da Milliyet Gazetesi’ne verdiği bir röportajında, ülkelerin içişlerinde NATO gizli ordusunun varlığını açıklayan şu sözleri sarf etmiştir:
1974’deki Başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar, örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Genelkurmay’dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. “Özel Harp Dairesi” için istiyoruz yanıtı geldi; öyle bir resmi dairenin o zamana kadar adını bile duymamıştım. “Şimdiye kadar bu Dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?” diye sordum. O zamana kadar bu Dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’nin karşıladığını; ancak artık ABD’nin bu parasal katkıyı kestiğini, o nedenle Başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesinin nerede bulunduğunu sordum. “Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada…” yanıtını aldım.312
Gizli ordular, sinsi yapılanmalar her ne kadar perde arkasında olsalar da onları daima izleyen, gören, sinsi planlarından haberi olan üstün bir Güç vardır. O Güç, alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Onlar gizlediklerini zannederken, Allah onları görmektedir; onlar sinsi planlar yaptıklarını sanırken, Allah o planları duymaktadır. Onların, Allah’tan bağımsız nefes almaya dahi güçleri yoktur. Yanılgıları ise, tüm gücün kendilerinde olduğunu sanmaları; Allah’ın her şeye hakim olduğunu kavrayamamalarıdır.
Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır. (Tevbe Suresi, 78)
Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. (Taha Suresi, 7)
İngiliz derin devletinin ajanları yoluyla başarılı olan 1980 darbesi sonrası NATO, Türkiye’nin pek çok bölgesinde askeri üs kurma ayrıcalığına kavuşmuştur.
|
DİPNOTLAR:
- “From the Second World War to the Treaty of Rome”, Parliament, http://www.parliament.uk/about/living-heritage/evolutionofparliament/legislativescrutiny/parliament-and-europe/overview/post-ww2-to-treaty-of-rome/
- “Winston Churchill coined what Cold War phrase in 1946?”, The Epoch Times, 5 Mart 2012, https://www.nationalchurchillmuseum.org/03-05-12-churchill-cold-war-phrase.html
- James W. Muller, Churchill’s “Iron Curtain” Speech Fifty Years Later, University of Missouri, 1999, s. 95
- Jon Danzing, “Winston Churchill: A founder of the European Union”, EU-ROPE, 10 Kasım 2013, http://eu-rope.ideasoneurope.eu/2013/11/10/winston-churchill-a-founder-of-the-european-union/
- Quentin Peel, “Historic misunderstanding underlies UK-EU relationship on Churchill anniversary”, Financial Times, 19 Eylül 2016, https://www.ft.com/content/3d6bbabc-7122-11e6-a0c9-1365ce54b926
- Hakan Karagöz, İngiliz Milletler Topluluğu ve İngiltere’nin AB Üyeliği, Konya Ticaret Odası, http://www.kto. org.tr/d/file/ingiliz-milletler-toplulugu-ve-ingilterenin-ab-uyeligi.pdf
- Onur Öymen, Silahsız Savaş: Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, 8. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015, s. 68
- Elif Çağlı, “Marxist Attitude On the Question of European Union”, Marksist Tutum, 12 Nisan 2003, http://en. marksist.net/elif_cagli/united_states_europe.htm
- “May 1968 events in France”, https://en.wikipedia.org/ wiki/May_1968_events_in_France
- Spinelli Group, https://en.wikipedia.org/wiki/Spinelli_Group
- Paul Belien, “Former Soviet Dissident Warns For EU Dictatorship”, The Brussels Journal, 27 Şubat, 2006, https://www.brusselsjournal.com/node/865
- Erika Ritz, “I Genuinely Believe This is a Marxist Revolution”: British Lawmakers Revolt Against E.U. (And How It Relates to Us), The Blaze, 26 Kasım 2012, http://www.theblaze.com/stories/2012/11/26/i-genuinely-believe-this-is-a-marxist-revolution-british-lawmakers-revolt-against-e-u-and-how-it-relates-to-us/
- Maria Alcaparra ve Adriano Fa, “When Barroso Was a Communist”, Cafe Babel, 5 Ekim 2007, http://www. cafebabel.co.uk/politics/article/when-barroso-was-a-communist.html
- William F Jasper, “Italy on Financial Brink as ‘Former’ Communist Tries to Lead”, New American, 28 Şubat 2013,https://www.thenewamerican.com/world-news/ europe/item/14641-italy-on-financial-brink-as-%E2% 80%9Cformer%E2%80%9D-communist-tries-to-lead
- Manuel Marín, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Manuel_Marín
- Paul Belien, “Former Soviet Dissident Warns For EU Dictatorship”, The Brussels Journal, https://www.brusselsjournal.com/node/865
- Belien, a.g.m.
- Dr. Ariel Cohen, “NATO Should Stand Up Black Sea Command Before It’s Too Late”, Huffington Post, http://www.huffingtonpost.com/dr-ariel-cohen/nato-should-stand-up-blac_b_10831440.html
- Daniele Ganser, NATO’nun Gizli Orduları: Gladio Operasyonları ve Avrupa Devlet Terörü”, Grifin Kitap, 2012, s. 24
- Ganser, a.g.e., s. 71
- Ganser, a.g.e., s. 83
- Ganser, a.g.e., s. 83-84
- Ganser, a.g.e., s. 84
- Ganser, a.g.e., s. 84
- Ganser, a.g.e., s. 85
- Ganser, a.g.e., s. 89
- Ganser, a.g.e., s. 97
- Ganser, a.g.e., s. 97-98
- Ganser, a.g.e., s. 105-106
- Ganser, a.g.e., s. 106
- Ganser, a.g.e., s. 278
- “Darbeler ve ABD”, Aljazeera Turk, 24 Ağustos 2016, http://www.aljazeera.com.tr/haber/darbeler-ve-abd
- “Ecevit, Özel Harp’i 1974’te Duydu”, Evrensel, 3 Ocak 2006, https://www.evrensel.net/haber/168403/ecevit-ozel-harp-i-1974-te-duydu