BAĞIMSIZLIK ADI ALTINDA SÖMÜRÜ

Yeni dünya düzeni, “yeni sömürgecilik” sisteminin uygulanması için oldukça müsait hale gelmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Birleşmiş Milletler, çeşitli bildirgelerle sömürge döneminde gerçekleşen bazı eylemleri “insanlığa karşı suçlar” olarak tanımlamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsü’nün savaş suçlarını açıklayan 8. Maddesi ile insanlığa karşı suçları tanımlayan 7. Maddesi, sömürgeciliği “insanlığa karşı suç” olarak kabul etmiştir.

Sömürge ülkelerine bağımsızlık verilmesinin hemen sonrasında BM, bağımsızlık kazanan sömürge ülkelerini bünyesine kabul etmeye başlamış, bu durum İngiliz derin devleti nezdinde önemli rahatsızlıklara sebep olmuştur.

İngiliz Tarihçi Mark Curtis, The Great Deception: Anglo-American Power and World Order (Büyük Aldatmaca: Anglo-Amerikan Gücü ve Dünya Düzeni) isimli kitabında bu durumu şöyle tarif etmiştir:

Haziran 1950 tarihli bir Dışişleri notunda şu ifadeler yer alıyor: “‘Bir devlet- bir oy’ sistemi kapsamında, küçük ülkelerin gereksiz bir etki gücüne sahip hale gelmesi, İngiltere ve İngiliz Milletler Topluluğu’nun temel menfaatlerini, BM müdahalesinden koruma imkanını kısıtlayabilir.” Başbakan Harold Macmillan da benzer bir ifadede bulunuyor ve Soğuk Savaş’ın bir probleminin “Afrika-Asya kamplarında son derece önemsiz ülkelerin eline ciddi bir şantaj kozu vermesi” olduğunu söylüyordu. İngiltere’nin, İngiliz Milletler Topluluğu’na yönelik demokrasi hakkındaki düşünceleri de benzerdi. Örneğin 1953 tarihli bir memorandumda şöyle deniyordu: “İlkel insanların yaşadığı bu küçük ülkeler şu anda ‘yetişkin ülke’ olmak için gereken zihinsel yetkinliğe sahip değiller.” İngiltere’nin İngiliz Milletler Topluluğu Bakanı da, yeni bağımsızlık kazanmış bölgelere tam Milletler Topluluğu statüsü vermenin “rahatsız edici” olacağını, … ve “en baştan itibaren … bizim etki alanımızda kalmalarının sağlanması gerektiğini” söylemişti … İngiltere “BM’nin, İngiltere’nin kolonileri üzerindeki etkisini zayıflatmasını engellemek” istiyor ve bunu sadece savaş sonrası yıllarda değil “dekolonizasyon” sürecinde de devam ettiriyordu. Örneğin 1960 BM Genel Kurul kararı “tüm yetkinin acilen ve herhangi bir koşul olmadan [sömürge] halklarına devredilmesini” söylüyordu. İngiltere bu kararda oy kullanmadı ve bu beyanı hiçbir zaman resmi olarak kabul etmedi. Ayrıca uzun yıllar, komitenin, kararın uygulanmasını denetlemek için görevlendirdiği delegelerin, bölgelerini ziyaret etmesine izin vermedi. 1970’teki Genel Kurul kararı 1960 tarihli kararın uygulanması yönünde tekrardan çağrıda bulununca, İngiltere protesto için bu kararı hazırlayan komiteden istifa etti.263

İngiliz derin devleti, sömürgecilik sisteminde artık pek çok uygulamanın suç kapsamına girdiğini biliyordu. Bu nedenle, yine aynı toprakları sömürecek ama yeni kanunlara göre suç sayılmayacak sinsi bir sömürü politikası arayışı içine girdi. “Yeni sömürgecilik” buna çok uygundu. Yeni sömürgecilik sisteminde, ülkeler yine İngiliz derin devletinin sömürüsü altında olacaktı; fakat uygulama o kadar kitabına uygun şekilde yapılacaktı ki, işlenen suçlarla ilgili değil suçlama, kınama dahi söz konusu olmayacaktı.264 Hatta tümüyle bir insanlık suçu olan köle ticareti, tamamen farklı görünüm altında işlemeye devam edecek ve farklı görünüm almış olmasından dolayı da herhangi bir suç kapsamına dahil edilmeyecekti.

Özellikle mali yardımlar adı altında gerçekleştirilen ekonomik yaptırımlar, söz konusu sömürge ülkelerinde siyasi gücü ikinci plana itmekte, hukuki sistemi yok etmekte ve askeri gücü ise tamamen sömüren toplumun hakimiyetine bırakılacaktı. Görünürde toprakların fiziki işgali söz konusu değildi, fakat pratikte topraklar siyasi, sosyal, kültürel, askeri ve mali bakımdan tümüyle sömürgecilerin yönetimi ve kontrolü altında olacaktı. Kanun koyucular sömüren ülkeler olduğundan, söz konusu sömürü sisteminin kanunlarda bir karşılığı bulunmayacaktı.

Sömürgelerin İngiltere’nin himayesinden ayrılarak bağımsızlıklarını kazanmaları, maddi anlamda büyük bir boşluğa girmelerini de beraberinde getirmiştir. O vakte kadar bütün üretimlerine İngiliz derin devleti tarafından el konulmuş, üretim yapamamışlardır. İngiliz derin devletinin oyunları sonucunda tarımı büyük ölçüde terk etmek zorunda kalmış, sanayileşme sistemlerine ulaşamamışlardır. Dolayısıyla sözde “bağımsızlık”la birlikte müthiş bir yoksulluk ile karşı karşıya kalmışlardır. Zaten plan da budur. İngiliz derin devleti, sömürgelerin legal yollarla İngiliz hakimiyeti altına gireceği alt yapıyı zaten çoktan hazırlamıştır. Söz konusu fakir devletler, kaçınılmaz olarak İngiltere’nin yardımına ihtiyaç duyacaklardır. İngiliz derin devletinin “yardım” adı altında yaptığı ekonomik hamleler de gerçekte o ülkeyi tümüyle İngiliz derin devletine bağımlı hale getirecektir.

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), ihtiyaç içindeki bazı ülkelere fon sağlamakla görevli kurumlardır. Bu finans kurumlarının yaptığı yardımlar söz konusu ülkenin “yararına” gibi görünse de, gerçekler çok başkadır. Bu fonlar karşılığında girilen hukuki, ekonomik ve siyasi yükümlülükler nedeniyle söz konusu ülke, artık tümüyle İngiliz derin devletinin himayesinde bulunan kurumlara teslim olmaktadır.

Bu aslında, sadece eski sömürge ülkeleri için geçerli değildir. Türkiye dahil Ortadoğu ülkeleri, Asya ülkeleri ve pek çok gelişmekte olan ülke bu sistemin tehdidi altına girmiştir.

Allah’a şükür, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın akılcı ekonomik politikaları neticesinde ülkemiz, IMF boyunduruğundan kurtulmuş durumdadır. Fakat şu anda pek çok ülke hala boyunduruk altındadır.

Söz konusu kurumların idaresi altında “yardım alan” eski sömürgelerden, bu yardımlar karşılığında çeşitli beklentiler vardır. Ülkenin, “liberalleşme” adı altında, sermaye piyasasını yabancı şirketlere açmaya yönelik düzenlemeler yapması istenmektedir. Yabancı şirketlerin o ülkenin doğal kaynaklarını ve zenginliklerini yöneten mekanizmalarda söz sahibi olmaları ile yeni sömürü düzeni başlar.

Şunu unutmamak gerekir: İngiliz derin devleti, gerçekte hiçbir ülkenin demokratikleşmesinden veya liberalleşmesinden yana değildir. Keza demokratikleşme, İngiliz derin devleti için büyük bir risktir. Derin devlet, halkı yönlendirebilmektedir ama halkın seçimini her zaman kontrol edemeyebilir. İngiliz derin devletinin aradığı sistem, tamamen kendi kontrolü altında olan bir sistemdir. Dolayısıyla söz konusu ülkelerde “demokratikleşme” teriminin bu kadar fazla kullanılması, demokratikleşme özlemi değildir. Aksine ülke üzerine uygulanacak yaptırımlar için bir kılıftır.

İngiliz derin devleti, genellikle sihirli kelime “demokratikleşme”yi ön plana çıkararak, bu talebe uyan ve kendi kontrolünde olan bir lideri ülkenin başına getirmektedir. Bu sözde demokrasi sistemi, aslında İngiliz derin devletinin tasvip etmediklerini susturma siyasetidir. Yani bir bakıma, İngiliz derin devletinin liderliğinde bir diktatörlük sistemidir.

Antropolog Bronisław Malinowski, İngiliz derin devletinin Afrika’yı sözde “medenileştirdiği” iddiaları ile ilgili olarak şu gerçeklere dikkat çekmiştir:

“Biz” onlara, siyasal hakimiyetin araçlarını vermiş değildik, tıpkı iktisadi zenginlik ve avantajlarının özünü onlarla paylaşmadığımız gibi.265

İngiliz derin devletinin himayesindeki hiçbir kurumun maddi “yardımları” karşılıksız yapmayacağı mutlaka akılda tutulmalıdır. Yardımlar yoluyla hem söz konusu ülkeler her açıdan hakimiyet altına alınmakta, hem de verilen yardımlar aslında yüksek faizli borçlar şeklinde olmaktadır. Borçların sadece faizleri ödenebilmekte ve söz konusu ülkeler daima bu borç batağı altında İngiliz derin devletinin himayesinde kalmaktadırlar.

Kanadalı siyaset bilimi uzmanı Robert Cox, “hegemonik devlet” olabilmek için bir devletin evrensel görünen bir dünya düzeni kurması gerektiğini ileri sürer. Cox, bu dünya düzeninin özelliğini ise, “hakim olan devlet diğerlerini sömürürken, sömürülen ülkelerin, mevcut durumun kendi çıkarları doğrultusunda olduğunu sanmaları” şeklinde tanımlar.266 Şu an hali hazırdaki durum tam olarak budur.

Postkolonyal (sömürge sonrası) çalışmaların önemli ismi Hintli Akademisyen Partha Chatterjee, Nationalist Thought and the Colonial World (Milliyetçi Düşünce ve Kolonyal Dünya) adlı kitabında bu gerçeği şu cümlelerle okuyucularına aktarmaktadır:

…bizim adımıza yalnızca kolonyal aydınlanma ve sömürü senaryosunu tasarlamakla kalmamış, aynı zamanda bizim antikolonyal (koloni karşıtı) direnişimizi ve postkolonyal (koloni sonrası) sefaletimizi de planlamıştır. Tahayyüllerimiz bile sonsuza kadar kolonileştirilmiş durumda kalmak zorundadır.267

1960’lı yıllarda sömürgecilik kağıt üzerinde sona erdikten sonra, İngiliz derin devleti, sömürge bölgelerindeki sınırları yeniden çizmiştir. Afrika’daki sınırların cetvelle çizilmiş gibi durmasının nedeni, bunların siyasi hesaplamalara uygun olarak gerçekten cetvelle çizilmiş olmalarıdır. Bir başka deyişle sömürge ülkeleri, İngiliz derin devleti tarafından aynı politika dahilinde sömürülmeye devam edecektir.

Bazı analistler, yeni sömürge döneminin varlığını inkar etmemekle birlikte, yeni sistemde en azından insanların öldürülmediği iddiasını ortaya atarak yeni sistemin savunuculuğunu yaparlar.

YeniSomurge 1 BAĞIMSIZLIK ADI ALTINDA SÖMÜRÜ
Yeni sömürgecilikte en azından insanların öldürülmediği iddiası gerçekçi değildir. Görünürde, sadece yöntem değişmiştir; zulüm devam etmektedir.

Oysa bu iddia gerçekdışıdır. Çünkü İngiliz derin devleti, idareden hoşnutsuz olduğu zamanlarda çeşitli isyanlar körükleyerek, iç savaşlar çıkararak, gerektiğinde askeri müdahaleler yaparak, halen söz konusu ülkelerde kanlı eylemlere imza atmaktadır.

Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, insan gücünün ortadan kalkması zaten sömürgecilikle çatışan bir kavramdır. Çünkü insan sömürüsü, İngiliz derin devleti açısından önemli bir konudur. İngiliz derin devleti, önce sömürdüğü toplumlarındaki insanları kendi istediği şekle dönüştürmekte, sonra da onları, oldukça ucuz bir işgücü haline kullanmaktadır. İşte İngiliz derin devletinin insana bakış açısı ve sinsi stratejisi budur.

Nitekim bazı kişiler kölelik sisteminin 21. yüzyılda artık kalmadığını iddia etseler de durum böyle değildir. Günümüzde insan kaçakçılığı, kaçak işçiler, çocuk ticareti köleliğin örtülü şekildeki türlerindendir. Kölelik yasaklanmıştır; ama gerçekte bugün, sayıları milyonlarla ifade edilecek kadar köle bulunmaktadır. “Köle” teriminin günümüzde açıkça kullanılmaması insanları yanıltmamalıdır. Kölelik, karşılığı ödenmeden zorla çalıştırma veya emek sömürüsü olarak tanımlanıyorsa, şu anda dünyada bu tanımlara uyan milyonlarca insan olduğunu bilmek gerekmektedir. Özellikle son zamanlarda, İngiliz derin devletinin karışıklık ve isyan çıkardığı bölgelerden gerçekleşen göçler, durumun vahametini artırmıştır.

Kolelik 1 BAĞIMSIZLIK ADI ALTINDA SÖMÜRÜ

Kolelik4 BAĞIMSIZLIK ADI ALTINDA SÖMÜRÜ
Kölelik sistemi resmi olarak yasaklansa da, şu an dünyada bu tanıma uyan milyonlarca insan vardır.

DİPNOTLAR:

  1. Curtis, a.g.e.
  2. Yrd. Doç. Dr. Deniz Altınbaş, “İnsanlığa Karşı Suçlar ve Yeni Sömürgecilik”, Uluslararası Suçlar ve Tarih, 2011, Sayı: 11/12, s. 35
  3. Talal Asad, Antropoloji ve Sömürgecilik, Ütopya Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2008, ISBN 978-975-6361-67-2, s.74
  4. Yrd. Doç. Dr. Deniz Altınbaş, “İnsanlığa Karşı Suçlar ve Yeni Sömürgecilik”, Uluslararası Suçlar ve Tarih, 2011, Sayı: 11/12, s. 37
  5. Partha Chatterjee, (1993) The Nations and its Fragments: Colonial and Postcolonial Histories, Princeton, NJ: Princeton University Press s. 5

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.