Büyük Savaş Sonrası
Düyun-u Umumiye İngiliz Dainler (Alacaklılar) Başkanı Sir Adam Block, 1914’te savaş ilanı nedeniyle İstanbul’dan ayrılacağı zaman şöyle demişti:
Eğer Almanya kazanırsa, siz Alman sömürgesi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa, mahvoldunuz!316
28 Temmuz 1914 tarihinde sıkılan ilk kurşunla fitili ateşlenmiş olan korkunç yıkım, Büyük Savaş olarak da adlandırılan I. Dünya Savaşı, 11 Kasım 1918’de neticelenmişti. Savaşın resmen bitirilişinden yaklaşık 2 ay sonra, 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda, savaş sırasında imzalanmış olan gizli antlaşmaların uygulanması karara bağlanmıştı. İngiltere ve Fransa, Wilson İlkeleri’ne tamamen ters düşmemek için “savaş tazminatı” yerine “savaş onarımı”, “sömürgeciliğin” yerine ise “manda sistemini” gündeme getirerek kendi sömürü taleplerinin uygulanmasını sağladılar.
Paris Barış Konferansı bir yandan savaş hukuku ve savaş sonrası toprak paylaşımlarını konu edinirken, başka bir tarafta da ilginç bir konuya ev sahipliği yapıyordu. Yeni dünya düzeninin şekillendirilmesi amacıyla gizli adımlar atılmaktaydı. 30 Mayıs 1919 tarihinde yapılan bir oturumda, derin dünya devletinin ilerleyen yıllarda dünyayı şekillendirmek amacıyla kuracağı bir organizasyon resmileştirilecekti. Bugün CHATHAM HOUSE olarak bilinen bu organizasyonu daha iyi tanıyabilmek için, bu organizasyonun kurucu babası olarak bilinen kişiyi biraz daha yakından incelememiz gerekmektedir. Bu kişi, Lionel Curtis’dir.
Sevr’in Mimarları
Lionel Curtis’in dikkat çekici faaliyetleri, İngiltere’nin Güney Afrika’daki sömürgelerinde görev aldığı 1899–1909 yılları arasında başlamıştı. Onu buradaki görevine getiren Sir Alfred Milner, koloniler için görev yapmak üzere Curtis’ten başka birçok Oxford mezununu da Güney Afrika’ya getirmişti.
Bu ekip “Milner’in Anaokulu” olarak tanınmaktaydı. Ekip üyeleri; eğitimleri, yaşam tarzları ve paylaştıkları değerler ile birbirine sıkı sıkıya bağlıydı. Güney Afrika günlerinde sürekli beraber zaman geçirmekte, politik ve sosyal konularda tartışmalar yapmaktaydılar.
Anaokulu ekibi şu kişilerden oluşmaktaydı:
George Geoffrey Dawson: Times Dergisi Direktörü ve Editörü
Richard Feetham: Avukat, Güney Afrika Baş Hakimi, Yüce Divan Hakimi
William Lionel Hitchen: English Electric Company (İngiltere Elektrik Şirketi) Yönetim Kurulu Başkanı
Robert Henry Brand: Lazard Brothers (Lazard Kardeşler) şirketinin yöneticisi
Sir Patrick Duncan: Güney Afrika Valisi
John Dove
J. F. (Peter) Perry
Geoffrey Robinson
Hugh Wyndham
(1) İngiliz derin devletinin başlattığı Anglo-Boer Savaşı sonrasında İngiliz birliklerinin Güney Afrika’dan ayrılmadan önceki son resmi geçitleri.. (2) Güney Afrika’da İngiliz askerleri. |
1905 yılından sonra Philip Kerr (İngiltere’nin ABD Büyükelçisi 1939-1940), Lord Selborne ve Dougal Orme Malcolm da ekibe katıldı.
Anaokulu ekibinin birlikte yürüttükleri çalışmalar, bu ekibin Güney Afrika’yı terk etmesinden sonra da uzun süre devam edecekti.
Alfred Milner’in hedefi, Güney Afrika kolonilerini İngiliz bayrağı altında birleştirmekti. Milner, Cecil Rhodes’in vasiyetiyle kurulan “Rhodes Fonu”ndan Anaokuluna para aktarılmasına aracılık etti. Kitabın başında tanıttığımız Cecil Rhodes, hatırlanacağı gibi, Güney Afrika’da elmas ve maden ticareti ile zengin olmuş, İngiliz derin devletinin Darwinist ve ırkçı kurmaylarından biriydi.
Bu sırada Lionel Curtis de Anaokulu içinde (haşa) “Peygamber” olarak anılmaya başlanmıştı. Curtis, 31 Mayıs 1910’da Güney Afrika’yı birleştirmeyi başardı. Bu başarı, global ölçekte bir idealin peşinde koşulmasıyla sağlanmıştı. Curtis’e göre, Güney Afrika, İngiliz İmparatorluğu açısından bir “mikrokosmos” gibiydi. Burada birleşme sağlandıktan sonra, Anaokulu’nun benzer çalışmayı, İmparatorluk ölçeğinde gerçekleştirebileceğini ifade etmişti.317
(1) İngiliz derin devleti, Afrika’dan bazı gençleri Avrupa üniversitelerine yerleştirmiş ve onların büyük kısmını, derin devletin Afrika’da faaliyet gösterecek adamları haline getirmiştir. (2) İngiliz derin devleti, Hindistan’dan getirdiği işçileri Güney Afrika’ya yerleştirmiştir. Bu kişiler sadece üzerlerindeki numaralarla tanıtılmıştır. |
1909’da Alfred Milner potansiyel sponsorlar ve destekçilerin katıldığı toplantılar düzenlemiş ve Lionel Curtis bu sayede bir hedefe daha ulaşmıştı: 4-5 Eylül 1909’da İngiltere Galler’de Plas Newydd’de yer alan Lord Anglesey’in konutunda Yuvarlak Masa organizasyonu gerçekleştirildi. Anaokulu ekibinin yanı sıra Lord Howick, Lovat, Wolmer ve F. S. Oliver de toplantıya katıldı. Kısa zaman içinde ekibe hepsi İngiliz olan Leo Amery, Lord Robert Cecil, Reginald Coupland, Edward Grigg ve Alfred Zimmern de dahil oldu.
Lionel Curtis, Aralık 1918’de Yuvarlak Masa’nın yayın organında bir makale yayınladı. Bu makalede I. Dünya Savaşı sonrasında bir Milletler Cemiyeti kurulmasını ve bu organizasyon altında dünya çapında mandater bir sistem yürütülmesini önerdi. Bunu İngiliz–Amerikan ortaklığıyla yürütmenin uluslararası dengeyi sağlayacağını iddia etti. Böylece Paris Barış Konferansı’na davet edildi. Aynı zamanda Yuvarlak Masa kadrosunda da yer alan İngiltere Propaganda Bakanlığı’ndan Robert Cecil’in yürüttüğü Milletler Cemiyeti oturumuna katıldı. Bunun neticesinde 1919’da Amerikan–İngiliz Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kuruldu. Daha sonra bu Enstitü, ABD’de CFR ismini alacak, İngiltere’de ise Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü yani Chatham House olarak anılacaktır.
Zulu Kabilesi’nden işçiler, Güney Afrika Kimberley’de De Beers elmas madenlerinde köle olarak çalıştırılıyorlardı. 1887-88 yıllarında ırkçı İngiliz diplomat Cecil Rhodes, De Beers’i de içine alan elmas yataklarını İngiltere’deki Consolidated Mines firmasının bünyesine almıştır. |
Chatham House’un ilk başkanları:
- Robert Cecil
- Arthur James Balfour
- John R. Clynes
- Edward Grey
Bu ekip, Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı’yı parçalama planları yapan ve Sevr Antlaşması’nı hazırlayan ekiptir.
Ayrıca Konferansta, İngilizlerin önderliğinde oluşturulan komisyon kararınca Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir.
Lozan Yolunda Yeni Türkiye
30 Ağustos 1922 tarihinde Yunan ordusunun Anadolu’da hezimete uğratılması ile elde edilen Türk askeri zaferinin doğal siyasi sonucu olarak, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Mütarekesi imzalandı. Bu ateşkes antlaşması, işgal güçlerinin Türk topraklarını terk etmelerini şart koşarken, nihai bir barış antlaşması gereksinimini de doğurdu. İtilaf Devletleri, 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile TBMM Hükümeti’ni, 13 Kasım 1922 günü Lozan’da başlayacak olan barış konferansına davet ettiler.
Türkiye, Lozan Görüşmeleri’ne giden yola ulaşana kadar on yıl boyunca savaş vermiştir. Balkan Savaşları’nın başladığı 1912 yılından, Milli Mücadele’nin sona erdiği 1922 yılına kadar 5 milyon insanını yitirmiştir. Bu rakam, savaşa katılan ülkeler nezdinde değerlendirildiğinde, I. Dünya Savaşı’nda verilen en büyük kayıptır. Bu korkunç savaşlardan Türk milleti oldukça yorgun, bitkin ve yoksul olarak çıkmış, kendi devletini yitirmiştir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu millet, milli mücadele azmini hiçbir zaman yitirmemiş, imzaladığı Lozan Barış Antlaşması’yla yeni bir devlet kurmuştur. Bu antlaşma, I. Dünya Savaşı sonrası halen yürürlükte olan tek barış antlaşmasıdır. Savaş sonrası yapılan diğer bütün antlaşmalar, II. Dünya Savaşı ile son bulmuştur. Buna karşın Türkiye, 93 yılını savaşsız geçirmiş yegane ülke olarak tarih sahnesindedir.
1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı bina |
(1) General Harington (2) İsmet Pasha in front of the same buildingAynı binanın önünde İsmet Paşa |
Lozan Konferansı, oldukça sancılı, hararetli ve zorlu geçmiş bir anlaşma sürecidir. Görüşmeler, 20 Kasım 1922’de başlamış ve antlaşma ancak 24 Temmuz 1923’te imzalanabilmiştir. Musul, Boğazlar ve Hatay gibi meselelerin çözümü daha sonraya kalmıştır. Görüşmelerin askıya alındığı ve kesintiye uğradığı durumlar söz konusu olmuştur. Fakat Misak-ı Milli esasında ısrarcı olan, Boğazlar ve kapitülasyonlar konusunda asla taviz verme niyetinde olmayan yeni Türk Devleti, bazı vatan topraklarını teslim etmekle birlikte, Misak-ı Milli sınırlarını büyük ölçüde korumuş şekilde masadan ayrılmıştır.
Görüşmeler sırasında Türk Devleti’ne en büyük zorluğu çıkaran, çeşitli entrikalarla aldatıcı politikalar izleyen ve Türk heyetinin telgraf yoluyla yazışmalarını dahi dinlemekten çekinmeyen İngiltere, derin devlet politikasını Lozan Görüşmeleri sırasında yoğun olarak kullanmış ve Türk tarafını kendince tuzağa düşürmek adına elinden geleni yapmıştır.
Lozan Görüşmeleri Öncesi İngiltere
Lozan Görüşmeleri öncesinde, İngiltere’nin Türkiye’ye yönelik bakış açısını ve derin devletin etkisi altında belirlediği stratejisini bilmekte yarar vardır. Çünkü bu satırlarda konu edilecek olan asıl ayrıntı, Lozan Antlaşması sırasında İngiliz derin devletinin Türkiye’ye oynadığı oyunları gözler önüne serebilmektir. Bunun için öncelikle, dönemin İngiliz liderlerinin Türklere ve yeni Türkiye’ye bakış açısını iyi anlamak gerekmektedir.
İngiliz liderlerinin büyük bir kısmı, daha önce örneklerini gördüğümüz gibi “İngiltere’nin çıkarları” için hemen her şeyi göze almış kişilerden seçilir. Bu seçimi yapan daima İngiliz derin devleti olmuştur. Bu strateji gereği tarih boyunca İngiltere yönetimine gelen tüm Muhafazakar Parti liderleri, Rusya’yı büyük bir tehdit olarak görmüş ve bu tehdide karşı Osmanlı’yı destekleme siyaseti gütmüşlerdir. Bu siyasette, elbette, Osmanlı’nın güçlü bir imparatorluk olmasının da payı büyüktür. İngiliz derin devletinin, daima güçlüden menfaat ummuş bir yapılanma olduğu da unutulmamalıdır.
Osmanlı’nın zayıflaması ve “sömürülecek iyi bir yem” olarak görülmesi, İngiliz derin devletinin de siyasetinin değişmesine yol açmıştır. Liberal Parti temsilcisi Gladstone’un 1880’de iktidara gelmesi ve Osmanlı’ya karşı başlattığı ani düşmanlık siyaseti bunun aslında bir özetidir. Daha önce detaylarını gördüğümüz, Gladstone’un bir anda geliştirdiği Doğu siyaseti, şu mesnetsiz ithamlarında öne çıkan nefret üzerine şekillenmiştir (Necip Türk Milletini tenzih ederiz):
Türk Hükümeti hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkarlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır!318 Türkler medeniyetsiz bir ırktır, kötülüklerini alıp gitmelidirler.319
Bu sözlerin, tam olarak İngiliz derin devleti tarafından Darwinizm safsatasının yaygınlaştırıldığı ve Darwin’in özellikle Türkleri “aşağı ırk” olarak tanımladığı döneme denk gelmesi elbette bir tesadüf değildir (Necip Türk milletini tenzih ederiz). Sahte evrim teorisi yoluyla aşağı ırk-üstün ırk kavramları, yine İngiliz derin devleti tarafından dünyaya servis edilmiş bir aldatmaca, bir beladır. Türklere yönelik düşmanlık politikası da bu stratejiye uygun şekilde geliştirilmiştir.
1. Sevr Antlaşması’nın imzalanmasının ertesi günü İzmir’de çekilen fotoğraf | 2. William Ewart Gladstone |
Damat Ferid ve Sevr heyeti |
Lozan Görüşmeleri sırasında yine Liberal Parti’nin bir temsilcisi olan İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Türk karşıtı politikasını da bu kapsamda incelemek gerekmektedir. I. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yılında Lloyd George’un şu ifadeleri Türklere yönelik garip bakış açısını anlamak açısından yeterlidir:
Onlar (Türkler) insanlığın kanseridir. Kötü yönettikleri ülkelerin vücuduna sinsice yayılan ve her canlı dokuyu çürüten büyük bir ızdıraptır. Haklı ile haksız arasındaki bu dev savaşta (I. Dünya Savaşı), Türk’ün insanlığa karşı uzun kötü sicilinin nihai bir hesaplaşmaya tabi tutulmasından memnunluk duymaktayım.320
Savaş sonunda ise Lloyd George, Osmanlı’yı yenmekle, İngiltere’nin bugüne kadar yaptığı en güzel işi yapmış olduğunu belirtiyor ve bir bakıma İngiliz derin devletinin 500 yıllık sinsi planını gözler önüne seriyordu. Amaç, Anadolu topraklarını hakimiyet altına almak, Türklere yaşam alanı vermemek ve hatta onları yok etmekti. Bu, tarih boyunca başarılamamıştı. George, I. Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkarak bunu başardığına inanmış olacak ki, 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda şu sözleri söylüyordu:
Biz dünyanın her yanında savaştık… Türkiye’nin fethinin tümünü fiilen gerçekleştiren İngiliz silah gücü oldu. Türkiye ile savaşa 1.5 milyon asker gönderildi. Bu, Büyük Britanya’nın başarısıydı. Medeniyet uğrunda ülkemizin bugüne kadar giriştiği işlerin en güzellerinden birini yapmış bulunuyoruz. Dünyanın en zengin topraklarından birisi olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet, yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.321
Sevr Antlaşması, Lloyd George’un bu hayallerini süsleyecek kadar sinsi bir projeydi. İngiliz derin devleti, savaşı başlatan Almanya için bile şartları bu kadar ağır olan bir anlaşma düzenlememiştir. Yenilen ülkelerin tümü topraklarının bir kısmını kaybetmek zorunda kaldıysa da, tüm coğrafyası işgale açık hale gelen tek ülke Türkiye olmuştur. Lloyd George, savaş sırasında, asıl “cezalandırılması” gerekenin Türkler olduğuna inanmıştır. Çünkü hedefte yerine getirilmesi gereken ve yüzyıllardır planlanan bir “Şark Meselesi” vardır. Türklerin bu meselenin tam ortasında güçlü şekilde varlığını sürdürüyor olması, daima İngiliz derin devleti için sorun olmuştur. İngiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sonucunu bu “sorunun” köklü çözümü için bir fırsat olarak görmüş olacak ki, Lloyd George, savaş sonrasında şu sözleri sarf etmekten çekinmemiştir (Necip Türk Milletini tenzih ederiz):
Sulh şartları (Sevr) ilan edilince zaten Türklerin deliliklerinden, kötülüklerinden ve cinayetlerinden dolayı ne kadar ağır cezalara çarptırılacakları görülecektir. Cezalar onların en büyük düşmanlarını bile kafi derecede tatmin edecek kadar müthiştir.322
1. Venizelos Sevr Antlaşması’na imza atarken | 2. I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan anlaşmaların ülkeleri ne konuma getirdiğini temsil eden bir karikatür |
Sevr, bu nefret içinde ve İngiliz derin devletinin yüzyıllık geçmişi olan derin planları eşliğinde oluşturulmuş olan, Osmanlı’nın ölüm fermanıdır. İstanbul Hükümeti, aldığı yenilginin etkisiyle bu ölüm fermanını tereddütsüz imzalamış ve İngiliz derin devletinin emriyle İtilaf Devletleri, birer birer güzel ülkemizi işgale başlamışlardır.
Unutulmamalıdır ki, Yüce Rabbimiz’in yazdığı kader, daima iyilerden ve mazlumlardan yana işler. Savaştan yenilgiyle çıkan Türkiye için de böyle olmuştur. İngiliz derin devleti ve Türk düşmanı Lloyd George, önemli bir konuda hataya düşmüştür. Mustafa Kemal’i, silah arkadaşlarını, cesur ve imanlı Türk milletini hesaba katmamışlardır. Oysa galip gelecek olanlar, daima Allah’ın taraftarlarıdır.
Kim Allah’ı, Resul’ünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
İtilaf Devletleri’nin küstahça gerçekleştirdiği işgaller sonrasında büyük bir mücadele veren Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milis gücü, Kurtuluş Savaşı’nda destan yazmıştır. Planlar, hiç de Lloyd George’un düşündüğü gibi işlememiş, Türk Devleti ve Milleti yok olmamış, Avrupa’yı terk etmemiştir. George’un ifadesiyle Türklere verilmiş büyük ceza olan Sevr çöpe atılmıştır. İngiliz derin devleti, tarihi bir zaferle kendisini Lozan’da masaya oturtmaya mecbur kılan yeni Türk Devleti karşısında ağır bir darbe almıştır.
Lozan Görüşmeleri, çeşitli yönleriyle defalarca incelenmiş ve üzerinde analizler yapılmış kapsamlı bir konudur. Anlaşmanın burada üzerinde durulacak olan kısmı ise, Lozan Görüşmeleri sırasında karşımıza çıkan İngiliz derin devletinin hassas noktalarıdır. Bu nedenle Lozan ile ilgili olarak yalnızca iki konu üzerine durulacaktır: Musul meselesi ve kapitülasyonlar. Bu konular önemlidir; çünkü İngilizlerin bu meselelerdeki şiddetli ısrarı, aslında İngiliz derin devletinin, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki gelecek yüz yıllık planlarının ipuçlarını vermektedir. Nitekim bu maddeler, Lozan Görüşmeleri’ni kesintiye uğratan ve savaş hazırlıklarının dahi başlamasına neden olan yegane iki maddedir. O gün Lozan masasında İngiliz tarafının ısrarla sahip çıktığı bu konuların ne kadar karanlık bir planın parçaları olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Bunun için önce, günümüzde özellikle ülkemiz için bir sorun gibi gösterilmeye çalışılan sözde Kürt meselesinin ve PKK belasının çıkış noktasını incelemekte fayda vardır. Lozan’daki Musul görüşmeleri, bu konuya ışık tutmaktadır.
Dipnotlar:
316. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul: Doğan Kardeş Basımevi, 1969, s. 127
317. Frederick Madden, E. T. Williams and D. K. Fieldhouse, Oxford and the Idea of Commonwealth Essays Presented to Sir Edgar Williams, London: Croom Helm, 1982, s. 99
318. “William Ewart Gladstone”, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/William_Ewart_Gladstone
319. Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul: Doğan Kitap, 2014, s. 26
320. Taha Akyol, a.g.e., s. 22
321. Özcan Pehlivanoğlu, “Balkanlar Gelecekte Neleri Yaşar”, Balkanlar Net, http://www.balkanlar.net/forum/index.php?topic=23694.0;wap2
322. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: Mütareke Dönemi, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1986, s. 27