Asıl adı Royal Institute of International Affairs (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) olan Chatham House, ilk olarak 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı’nda düzenlenen gayri resmi bir Yuvarlak Masa (Round Table) toplantısında dile getirilmiştir. Bir sene sonra resmi olarak kurulmuş olan kurum, önce British Institute of International Affairs (İngiliz Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) ismini almış, Kraliyet fermanını aldıktan sonra ise ismi Royal Institute of International Affairs (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) olarak değişmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalara bölen Paris Konferansı’nda söz konusu kurumun oluşturulması için karar alanların arasında John D. Rockefeller, John Morgan, Andrew Carnegy, Mayer Rotschild ve Cecil Rhodes gibi isimler bulunmaktadır. Bu isimlerin çoğu, hatırlanacağı gibi çoğu zaman İngiliz derin devleti ile birlikte anılmaktadır.
1943’de Chatham House’da gerçekleştirilen savaş sonrası yeniden yapılanma toplantısı |
Yuvarlak Masa yapılanmasını temsil eden şema |
Bir başka Yuvarlak Masa toplantısı sırasında oluşumun tek bir organizasyon şeklinde değil de, birbirine bağlı kurumlar olarak geliştirilmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine Royal Institute of International Affairs, İngiliz Milletler Topluluğu’nda ve dünyada farklı kollar açmıştır. Bunlar arasında, neredeyse tümü Paris Konferansı’nda planlanmış olan Amerika’daki Council on Foreign Relations (CFR – Dış İlişkiler Konseyi), Australian Institute of International Affairs (Avustralya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü), South African Institute of International Affairs (Güney Afrika Uluslararası İlişkiler Enstitüsü), Pakistan Institute of International Affairs (Pakistan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü), Canadian International Council (Kanada Uluslararası Konseyi) gibi kuruluşlar bulunmaktadır.
Chatham House, neredeyse tüm liderleri ağırlamıştır.
(Sağda) İngiliz eski Başbakanı Margaret Thatcher, Chatham House’dan ayrılırken |
Kuruluşların başını çeken kişi, Balfour Deklarasyonu’nun ikinci yazarı olan ve kitabın 1. cildinde yakından incelediğimiz bir isimdir: Lord Alfred Milner. Amerikalı yazar Eustace Mullins, Milner ile Royal Institute of International Affairs arasındaki bağlantıyı şu şekilde anlatmıştır:
Milner’ın kurmuş olduğu Round Table, Royal Institute of International Affairs (RIIA) ve Council on Foreign Relations’a (CFR) dönüştü … Aslında Paris Barış Konferansına hakim olan Baron Edmond de Rothschild, hayatının en büyük başarısı olarak bu gruplar üzerinden dünya düzenin kurulmasını sağladı349
Kuruluşun Paris Konferansı’nda gizli olarak şekillendirilmesinin sebebi, I. Dünya Savaşı sonrasında dünyaya örtülü bir düzen getirebilmektir. Nitekim I. Dünya Savaşı sırasında gizli olarak imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’ndaki haritaları çizen, Paris Konferansı’nda Sevr’i inşa eden, söz konusu ekiptir. I. Dünya Savaşı sonrasındaki Ortadoğu sınırları Chatham House tarafından belirlenmiştir.350
Gelenek halen devam etmektedir. Şu anda da tüm Ortadoğu, Chatham House çatısı altında alınan kararlarla şekillendirilmektedir. Özel olarak bu çatı altına çağrılan bir kısım liderler, bazı siyasiler, sivil toplum üyeleri, sanatçılar, yazarlar, orada alınan gizli kararlara uymak zorunda bırakılmaktadırlar. Ortadoğu ve dünyaya dair alınan kararlar, bu çatı altında bir kurul tarafından ilgili kişilere sunulmakta ve bu kararlara uyulması beklenmektedir. Chatham House toplantılarına sadece davet edilen üyeler katılabilmektedir. Burada konuşulanlar ve yapılanlar gizlidir; kesinlikle dışarıya sızdırılmamaktadır. Çoğu zaman yalnız konuşulanlar değil, katılanların isimleri dahi gizli tutulmaktadır.
Chatham House, basında derin dünya devletinin “stratejik – entelektüel motoru görevini yapan kurum” olarak tanımlanır. Her ne kadar İngiltere merkezli bir kuruluş gibi görünse de, aslında bu sivil görünümlü yapılanmanın İngiliz derin devletinin tüm dünya üzerinde yürüttüğü ideolojik savaşın uygulayıcısı olduğu yönünde güçlü bir kanaat oluşmuştur. “Chatham House Kuralı” ile gerçekleştirilen ve yapılan görüşmeler dışarıya sızdırılmamaktadır. Yine bu kurala göre, konuşmacıların kimliği gizli tutulmaktadır. Toplantılarda özellikle İslam aleminde Darwinizm ve Rumilik gibi batıl felsefelerin ve homoseksüellik gibi haram bir fiil ile dejenerasyonun nasıl yaygınlaştırılacağı, parçalanma planlarının nasıl uygulanacağı kararlaştırılmaktadır. Elbette tüm bu kararlarda asıl oyun kurucu İngiliz derin devletidir. Chatham House, her şeyin merkezi gibi görünse de, aslında İngiliz derin devletinin planlarını ve kararlarını yerine getirmek zorunda kalan kurumlardan biridir.
Bu düşünce kuruluşu aynı zamanda İngiliz derin devletinin kendince ırkçı üstünlüğünü vurguladığı bir aristokrasi koleji gibi görülür. Çünkü merkezinde Kraliyet Ailesi ve Lordlar Kamarası uzantılı bir soylular yapısı bulunur ve güvenlik bürokrasisi içinde MI5, MI6 gibi istihbarat birimleri ve Scotland Yard (Londra Emniyet Teşkilatı) görülmektedir.
Hatta Exeter Üniversitesi’nin, Oxford ve Cambridge Üniversiteleri’nin yönetim kademeleri de çoğunlukla bu ağa dahildir. Bu eğitim kurumlarına etki ederek İngiliz derin devletinin asıl hedeflediği şey, derin devletin ideolojisi ile genç kadrolar yetiştirmek ve bu kadroları, kendi stratejilerini uygulatabilecekleri farklı ülkelerdeki devlet kademelerinde, ülke yönetimlerinde, düşünce kuruluşlarında, vakıflarda ve eğitim kurumlarında görevlendirmektir.
Ülkeler üzerindeki pek çok gizli uygulamada Chatham House’un ismi sıklıkla geçmektedir. Örneğin ülkemizin güneyinde bir Kürt devleti kurulması fikrinin Chatham House kaynaklı olduğuna dair geniş çaplı bilgiler bulunmaktadır. Nitekim, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bunu ilk dile getirenlerden olmuştur. Demirel, “bir Kürt Devleti olgusu geliyor, hazırlıklı olmak lazım…” dedikten sonra, “...Bayan Mitterand ve Lord Awebury, İngilizlerin think-tank kuruluşu olan Chatham House’da açıkça Kürt Devleti’ni savundular. Bunun belgeleri var. İngiltere Dışişleri Bakanı Hurd’e söyledim. Dışarda başka, kendi aralarında başka konuşuyorlar. Irak’ta bir Kürt Devleti olayı geliyor. Buna hazır olmalıyız, bu konuda her ihtimali göz önünde bulundurmalıyız” şeklinde açıklama yapmıştır.351
Chatham House’un, Türkiye’de gerçekleşen 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimlerden hemen önce Türkiye ile ilgili önemli bir değerlendirmesi vardır. Hatırlanacağı gibi bu seçim sonucunda hiçbir parti tek başına iktidar olmak için yeterli oy oranına sahip olamamış, Türkiye, 13 yıl aradan sonra koalisyon ihtimali ile karşı karşıya kalmıştır. Söz konusu durum, İngiliz derin devleti nezdinde bir iktidar boşluğu olarak nitelendirilmiş ve aniden Türkiye üzerinde ameliyat çalışmaları başlamıştır. İlginç olan, Chatham House’un söz konusu iktidar boşluğunu adeta önceden bilircesine yayınlamış olduğu analiz raporudur. Bu rapor genel hatlarıyla şu şekildedir:
2015 yılı genel seçimlerinden hemen önce hazırlanan Chatham House Türkiye raporunda, pervasızca, PKK’ya otonomi verilmesi gerektiği yazılmıştır. Türk Milleti, buna asla izin vermeyecektir. |
Türkiye’nin hali Osmanlı’nın son dönemi gibi. AKP Hükümeti’nin PKK ile masaya oturması büyük fırsat. Uluslararası hukuk açısından da uygun ortam ortaya çıktı. Özellikle Dolmabahçe’de yapılan ortak açıklama önemli bir koz verdi. AKP iktidardan gitse bile fark etmez. O toplantıyı AKP yaptı denemez. Muhatap Türkiye Cumhuriyeti.
(PKK’ya otonomi verilmesi) konusunu tartışmamalıyız. Türkiye buna mecbur. Batılı ülkeler bu çerçevede tavır belirlemeli. Geri adım söz konusu olamaz. Sınır çizilmesi aşamasındayız. PKK/HDP sınır çizilmesi koşuluyla belli tavizler verebilir. Sınırların çizilmesi ve bölgenin Kürt bölgesi olarak tanınması kritik eşik. Ana dil, güvenlik birimleri … gibi konular gündemin ilk sırasında değil. Sınır kabul edilirse ana dil, güvenlik ve yargı birimleri gibi konular zaten arkadan gelir. PKK yönetimi Batı ile benzer görüşlere sahip.
Bölgede gündemin birinci maddesi Kürt Devletinin kurulması. ABD’de 2016’da yapılacak seçimlerde Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi kesin gibi. Cumhuriyetçiler Kürt Devleti ve İran’ın durdurulması konusunda sert politika izleyecek. Bu konuda hazırlıklar başlamış durumda. Önümüzdeki dönemde ABD’de istikrarsızlık artacak. İstikrarsızlık arttıkça ABD dış politikada saldırgan bir strateji izleyecek. Özellikle Ortadoğu ve Türkiye hedefte. Suriye konusu da masada. Bölge politikalarında ABD ve Avrupa arasında bazı sorunlar yaşansa da ABD-İngiltere’nin politikaları hakim olacak. Sevr benzeri bir durum yaratılacak. ABD’de Cumhuriyetçilerin başa gelmesi de hazırlanan planların hayata geçirilmesinin güvencesi olacak.
Türkiye Cumhuriyeti isteneni yapmak zorunda. Yapmazsa uluslararası hukuk devreye girer. Bunun için de yeterince malzeme verdi. PKK resmen tanındı. TÜRKİYE İTİRAZ EDERSE, YAPTIRIMLAR GÜNDEME GETİRİLİR. HATTA YAPTIRIMLARIN EŞİĞİNDEYİZ.352
Burada geçen “Türkiye Cumhuriyeti isteneni yapmak zorunda” ifadesindeki “istenen”den kastın ne olduğu ve bunu “isteyen”in kim olduğu çok açıktır. “İstenen” şey, bir PKK Devleti kurulması, bunu “isteyen”se İngiliz derin devletidir.
Bu alıntıda geçen ifadeleri çok dikkatli incelemek gerekmektedir. Bu açıklamalara göre Türkiye, PKK’ya teslim edilecektir ve İngiliz derin devletinin her dediğini yapmak üzere hazır hale getirilecektir.
Allah’a şükür, PKK terörünün İngiliz derin devletine ait bir parçalama planı olduğuna dair uyarılarımız yerini bulmuş, Hükümetimizin ve Sayın Cumhurbaşkanımız’ın basiretli, halkımızın sağduyulu yaklaşımı sayesinde Türkiye böyle bir istikrarsızlık dönemine girmemiştir. İngiliz derin devletinin kendince gerçekleşmesini garanti gördüğü bölünme planı, birdenbire tersine dönmüştür. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İngiliz derin devletinin baskılarını hiçe saymış ve bu tuzağı tersine çevirmiştir. Türkiye üzerinde ameliyata bir kez daha izin verilmemiştir.
Bahsedilen “yaptırımlar” da devreye girmekte gecikmemiş, Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde kalleşçe bir darbe girişimi ile karşılaşmıştır. Ancak İngiliz derin devleti, yine daha önce hesap etmediği bir durumla yani Türk Milletinin cesareti ile karşılaşmıştır. Türk Milletinin imanı ve şok edici cesareti, İngiliz derin devletinin tüm planlarını alt üst etmiştir. Türkiye üzerindeki tüm bu planlar başarısız olmaya mahkumdur. İngiliz derin devletinin yakında buna tam anlamıyla kanaati gelecektir.
Chatham House raporlarında, Türkler ve Kürtler arasında sürekli olarak bir anlaşmazlık varmış gibi bir görüntü çizilmesine titizlik gösterilmektedir. Kitabın 1. cildinde, tümüyle suni bir terim olan “Kürt Sorunu” kavramının yine İngiliz derin devleti tarafından ortaya atıldığı ve Kürt kardeşlerimizi isteklerine aykırı olarak kendi vatanlarından ayırma politikasının sinsi şekilde yürürlüğe konulduğunu delilleriyle anlatmıştık. Bu proje daha da güçlenerek bugün devam etmekte, Türkiye’nin bölücü terör örgütüne karşı mücadelesi kasıtlı olarak ve ısrarla çarpıtılarak, sanki “Türklerin Kürtlerle sorunu” varmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda başlıca görev yine Chatham House’a düşmüştür.
Chatham House’un tüm raporlarında “PKK” ya da “terör örgütü” ifadelerinin yerine hep “Kürtler” tanımı kullanılmaktadır. 2011 yılı raporunda “Kürt sorunu Arap baharı gibi bir devrime dönüşebilir” denmiştir. Bu rapordan sonra Gezi ve 6-8 Ekim olayları yaşanmıştır. Söz konusu olaylara PKK doğrudan dahil olmuştur.
Chatham House’un bu rapordaki diğer iddiaları şu şekildedir:353
Kürt probleminin varlığı, Türkiye’nin hala millet haline gelemediğini gösteriyor.
Türkiye, üniter devlet yapısından dolayı diğer Müslüman ülkelere örnek model gösterilemez.
Suriye’deki Kürt nüfus, Arap Milliyetçisi ve Baas’çı rejim tarafından yıllarca ezildi. Bu nedenle Kuzey Irak benzeri özerk bir yapı bekliyor.
IŞİD’le direk savaşan tek yapı PYD’dir. PYD’nin ideolojik lideri Abdullah Öcalan’dır. Barzani, Suriye’deki diğer yapı olan Kürt Milli Konseyi’ni desteklemektedir. PYD ise kendi kararı ile kantonlar kurmuştur.
PYD, Öcalan’ın komünist yapısından ayrılıp demokratik konfederalizm modeline geçmiştir.
Rojava bölgesinde geçerli anayasa, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne uygundur. Komşu ülkelerde uygulanmayan özgürlükçü maddelere sahiptir. İdam cezasını kaldırmıştır. Cinsiyet ayrımını engellemektedir.
Kürt probleminin çözümü için yerinden yönetim ve valilerin yerel seçimi gereklidir.
PYD, Kürt kadınının politikada daha fazla olmasını sağlamaktadır.
Türkiye AB’ye girişini hızlandırmak için PKK ile barış sürecini geliştirmelidir.
Kürtler, eğer bölgede etkili olmak istiyorlarsa PKK, PYD ve Barzani birleşmelidir.
PYD’nin Rojava yönetimi, PKK ve Öcalan’ın demokratik konfederasyon ideolojisinin hayata geçirilmiş halidir. Demokratik Konfederalizme göre ulus, devlet ve kapitalizm dönemi sona ermiştir. Laiklik ve kadın erkek eşitliği üzerine yeni bir devlet modeli kurulmalıdır.
PYD’nin Bugün 50 bin askeri vardır. Türkiye’nin PYD’ye karşı olmasının sebebi Türkiye’deki Kürtlere daha fazla hak vermek zorunda kalmamaktır. Suriyeli gruplar, Türkiye’nin bu nedenle radikal gruplara destek verdiğini iddia etmektedirler.
6-8 Ekim olayları Kürtlerin Türk Devleti’ne hala güvenmediklerini gösteriyor. Türk Devleti Kürt haklarını tanıyan düzgün bir plan ortaya koyamadı.
İran, Türkiye’ye bu politikalarda destek oluyor. PJAK’ın İran’da özerk bir yapı oluşturmasına izin vermiyor.
Chatham House’un söz konusu raporundaki bu sözler, aleni ve açık bir şekilde PKK’nın Türkiye toprakları üzerinde bir devlet kurmasını teşvik etmekte ve açık şekilde terör örgütü PKK’yı desteklemektedir. Türkiye’nin hala bir millet haline gelemediğini iddia ederek bölünmüş bir ülke görünümü vermekte, üniter yapının Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelere örnek olamayacak hale getirdiğini iddia ederek ülke içinde federasyonu teşvik etmekte; Türkiye’de Rojava benzeri bir kanton kurulup orada PKK’nın devlet oluşturmasına izin verilmesi beklenmektedir.
Türkiye’yi bölmek, terör örgütüne alan açmak ve bu yolla Türkiye’yi ve diğer bölge devletlerini yok etmek üzerine kurulan bu hain plan, doğrudan İngiliz derin devletinin projesidir. PKK, adeta komünizmi terk etmiş, insan haklarına ve eşitliğe saygılı bir “üst model” gibi tarif edilmekte, bu kanlı terör örgütü sinsi bir proje dahilinde Türk Devleti’nin, Türk Milleti’nin ve vatanının içine dahil edilmeye çalışılmaktadır. “Demokratik Konfederalizm” gibi sahte bir isim türetilmekte ve bununla birlikte “ulus, devlet ve kapitalizm döneminin sona erdiği” iddia edilerek adeta kelime oyunlarıyla yine komünizm tarif edilmektedir. Bu, İngiliz derin devletinin halkı ve siyasetçileri ne kadar ucuz gördüğünün de bir göstergesidir.
PKK’ya toprak verme ihtirası, İngiliz derin devletinin geçmişten beri en büyük arzusudur. Bu konu, İngiliz derin devleti için Sevr sonrasında yarım kalmış bir konudur. İngiliz derin devleti, bütün gücüyle Türk topraklarını parçalama azmi içindedir. Şu an savaşlar yoluyla halledilemeyen bu hain plan, terör örgütleri ve onları destekleyen düşünce kuruluşları yoluyla yapılmaktadır. Hesaba katılmayan şey ise yine azimli, imanlı ve Türk topraklarında asla geçit vermemiş olan Türk Milleti olmuştur. Bu plan, Allah’ın izniyle asla gerçekleşmeyecektir.
Yüce Allah, ayetlerinde şöyle bildirmektedir:
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak… (Neml Suresi, 50-51)
Şunu da önemle belirtmek gerekmektedir: İngiliz derin devletinin gerçek hedefi, PKK’ya toprak sağlamanın çok ötesindedir. İngiliz derin devleti, PKK’yı bu şekilde devreye sokarak Türkiye’nin parçalanmasını ve komünist-anarşist-terörist bir yapıyı destekleyerek bütün bölgenin istikrarsızlaşmasını istemektedir. Yoksa İngiliz derin devleti için PKK sadece bir piyondur. Bu amaç için kullanıldıktan sonra PKK, yine İngiliz derin devleti tarafından bir kenara atılacaktır.
Türk topraklarında hayali bir Kürdistan devleti kurma projesi, baştan beri İngiliz derin devletine aittir. Bu, asla gerçekleşmeyecektir. |
Chatham House Toplantılarında İkna Turları
İngiliz derin devleti, basit çıkarlar, şahsi menfaatler ve şöhret olma sevdası içinde olan bir kısım kişileri etkilemenin, onlara küçük menfaatler sunmak ve onlara İngilizlerce değer veriliyormuş hissi vermekle sağlanabileceğini gayet iyi bilmektedir. Bu amaçla, adı geçen düşünce kuruluşlarında yapılan gizli görüşmelere birçok kişi davet edilir. Bu toplantılarda birçok büyük gazetenin, büyük devletlerin yöneticilerinin, önemli diplomatların bulunuyor olması göz boyamada büyük bir etki yaratacaktır. Bu aşamadan sonra davet edilen kişilerin ikna edilmesi de iyice kolaylaşmaktadır. Yazar ve siyasetçi Onur Öymen, Bir Propaganda Silahı Olarak Basın isimli kitabında bu konuyu şu sözleriyle izah etmiştir:
Soğuk Savaş bittikten sonra yabancı gazetecileri ikna etmek zorlaştı. Çeşitli konularda her ülkenin farklı görüşleri olabiliyordu. Bu yeni ortamda gazeteciler nasıl etkilenebilirdi? Üstelik artık medyaları tek bir konuda etkilemek yeterli değildi. Dünyanın çeşitli meselelerine, yabancı gazetecilerin büyük devletlerin gözüyle bakabilmeleri sağlanmalıydı. Bu sürekli işleyen bir mekanizma olmalıydı ve dünyanın her yerinde etkisini göstermeliydi.
Etkilenmek istenilen gazetecilerden en çok beklenen de, yazacakları yazılar ve radyo ve televizyonlarda yapacakları programlarla halkın düşüncelerini büyük devletlerin hükümetlerinin beklentileri doğrultusunda yönlendirmekti. Büyük devletlerin politikalarıyla, gazetecilerin mensup olduğu ülkenin politikaları örtüşüyorsa büyük bir sorun çıkmayabilirdi. Ama ya farklıysa, veya büyük devletler bir ülkenin hükümetinin belirli bir yönde yönlendirmek için o ülkelerin basınını etkilemeyi hedefliyorlarsa?..354
Diğer bir yöntem de yine etkili gazetecilerin çeşitli toplantılara katılma vesilesiyle yabancı ülkelere davet edilmeleriydi. Çoğu zaman önemli yabancı şahsiyetlerin katıldıkları bu toplantılara davet edilmek bile, bazı gazeteciler için başlı başına mesleki bir başarı göstergesi olarak kabul edilir … Kamuoyuna açıklanmayan bazı bilgiler, o toplantılarda özel olarak paylaşılır. Bu gibi toplantılardan biri Londra’daki Chatham House’ta yapılandır. Oradaki görüşmelerin kuralı şudur: Toplantılarda dile getirilen görüşleri yazılarınızda ve konuşmalarınızda kullanabilirsiniz ama bu görüşlerin kimin tarafından dile getirildiğini söyleyemezsiniz. Böylece kaynağı belirtilmeyen görüşler aracılığıyla, çeşitli ülkelerde kamuoyunun “bilgilendirilmesi” ve etkilenmesi mümkün olur.
Birçok ülkenin basın yayın müdürlükleri, yabancı gazetecileri bireysel olarak veya gruplar halinde davet ederler. Onlara ülkelerini tanıtırlar. Siyaset adamları, işadamları, toplum liderleri aracılığıyla ülkelerinin görüşlerini yansıtırlar…355
İngiliz derin devleti, etkileyip ikna ettiği bu şekildeki yüzlerce siyasetçi ve gazeteciyi artık sadık birer elemanı olarak kullanmaya başlar. Bu şekilde toplumsal hareketler, hükümetler ve hatta devletler kontrol altında tutulacak seviyeye getirilebilir. Medya aracılığıyla darbe çağrıları gerçekleşebilir, medya aracılığıyla siyasetçilere “ayar verilir”, medya aracılığıyla sokak ayaklanmaları başlatılabilir. Dolayısıyla bir kısım medya, tıpkı düşünce kuruluşları gibi geçmişten beri İngiliz derin devletinin en önemli kolunu oluşturmuştur. Bu strateji halen etkili bir şekilde devam etmektedir.
DİPNOTLAR:
- Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, s. 50-51
- Banu Avar, “Sevr Mimarlarından Ödül”, 9 Kasım 2010, http://banuavar.com.tr/sevr-mimarlarindan-odul-banu-avar/
- Hürriyet, 25 Ocak 1994
- “Batı’nın 7 Haziran sonrası Türkiye projesi”, Aydınlık Avrupa, 4 Mayıs 2015, http://www.aydinlikavrupa.eu/ index.php/dunya1/8199-bati-nin-7-haziran-sonrasi-turkiye-projesi.html
- “Turkey and the Middle East: Internal Confidence, External Assertiveness”, Chatham House, Fadi Hakura, Europe Programme, November 2011 – https://www. chathamhouse.org/publications/papers/view/179761
- Onur Öymen, Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, 2. Baskı, Remzi Kitabevi, 2014, s. 376-377
- Öymen, a.g.e., s. 378