Suriye’de yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olan savaşın görünürdeki sebeplerini bir kenara koyup aslında neler yaşandığını anlamak için bundan yaklaşık 200 yıl öncesine bakmak gerekir. 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren aşama aşama gelişen “Büyük Oyun”un temel hedefi ise Kuzey Afrika, Ortadoğu, Asya ve Kafkasya’nın iki büyük gücü olan Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanarak güçten düşürülmesidir.
Henüz Amerika Birleşik Devletleri’nin bir süper güç olarak ortada olmadığı, dünyanın dört bir yanında sömürge savaşlarının yaşandığı söz konusu dönemin ana oyun kurucusu ise İngiltere’dir. Bir çok uluslararası siyaset kitabında ve dersinde, “İngiltere’nin sömürgeleri üzerindeki ve güzergahındaki hakimiyetini sağlamlaştırmak” adıyla okutulan bu “Büyük Oyun”un ardında ise günü birlik menfaat ilişkilerinden, kısa vadeli planlardan çok daha derin ve uzun vadeli bir strateji söz konusudur.
Bir yandan Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu sistemli olarak birbirine düşmanlaştırılıp yıllarca süren karşılıklı savaşların içine sürüklenirken, bir yandan da iki dev imparatorluğun topraklarındaki halklar kışkırtılıp isyanlara teşvik edilmiştir. Böylece birlikte hareket etmeleri durumunda İngiltere’nin karşısında büyük bir güç olabilecek Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu hem içten hem dıştan kuşatılmış, yavaş yavaş çökertilmiş ve ortaya çok parçalı bir Balkanlar, Orta Asya ve Ortadoğu haritası çizilmiştir.
Resmi rakamlara göre 10 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı ve Rusya’yı paramparça ederken yüz binlerin yurtlarını terk etmek zorunda kaldığı, asırlardır birarada yaşayan insanların arasına dikenli tellerin çekildiği, sonu gelmeyen kardeş kavgalarının terörü beslediği bir coğrafya ortaya çıkarmıştır. 200 yıllık bir plan doğrultusunda bu coğrafyanın masum halklarını acımasızca ezen, birbirine kırdıran, devletler kurup devletler yıkan, masa başında yeni haritalar çizen gücün etkili olmasını sağlayan ise kullandığı maşalar olmuştur.
Bu maşalar; kimi zaman kendi vatanına ihanet eden zayıf kişilikli insanlar, kimi zaman ayrılıkçı ideolojilerin yönlendirmesine kapılanlar, kimi zaman Darwinist materyalist ve komünist silahlı mücadeleyi benimseyenler, kimi zaman ırkçılar, kimi zaman da radikalizmin etkisi altında kalanlar olmuştur. Her biri aynı el tarafından beslenmiş, büyütülmüş, güçlendirilmiş ve işleri bittiğinde de bir kenara atılmışlardır.
Son 4 yıldır Suriye’de yaşananları bu tarihi gerçekler ışığında değerlendirdiğimizde, dönemin Rusya’sının ifşa ederek açığa çıkardığı Sykes Picot anlaşmasını yapanların yine masa başında olduğu görülecektir. Diğer bir deyişle, İngiliz derin devleti 200 yıl önce –kendi menfaatlerine uygun olarak belirlediği- onlarca küçük parçadan oluşan Ortadoğu’yu oluşturabilmek için bir kez daha atak yapmıştır. Bir kez daha masa başında haritalar çizilmekte, yeni suni sınırlar oluşturulmakta ve bunun için Suriye, İran, Türkiye, Irak başta olmak üzere bölge ülkeleri –hayali- parçalara ayrılmaktadır.
Kuşkusuz bu tip parçalama girişimlerinin en kullanışlı aktörleri ise terör örgütleridir. ABD’yi Irak işgaline sürükleyen İngiliz derin devleti, yaptığı bilinçli yönlendirmelerle Amerikan dış politikasının Irak’ta dev bir enkaz oluşturmasına sebep olmuştur. Bu enkazın ortaya çıkardığı en dehşet verici örgütlerden biri ise Daeş olmuş, İngiliz derin devleti –ABD’yi yönlendirerek- Daeş’in güç kazanmasındaki yolu sonuna kadar açmıştır. Bugün hala Daeş’e en çok katılımın İngiltere’den olması, örgütün kamuoyu tarafından tanınan soğuk kanlı katillerinin akıcı İngiliz aksanıyla konuşuyor olmaları, kullandıkları silahların büyük çoğunluğunun İngiliz üretimi olması hiç şüphesiz sıradan durumlar değildir. Özetle Suriye ve Irak’ta asıl aktör olan İngiliz derin devletinin bir elinde Daeş maşası vardır. Peki diğer elinde?
Bir elinde yakın tarihin en kanlı ve en acımasız radikal sözde İslami örgütlerden birini tutan İngiliz derin devleti diğer elinde ise son 40 yılda 40 bin insanın ölümüne sebep olmuş, bölgedeki tüm diğer örgütlerine canlı bomba olmayı, katliam yapmayı, dehşet salmayı öğretmiş Marksist Leninist terör örgütü YPG/PYD’yi tutmaktadır. Yani, birazdan delilleriyle ortaya koyacağımız üzere, radikal öğretilerin en vahşi uygulamalarıyla dehşet saçan Daeş’i de, Batı medyasında ısrarla sözde “özgürlük savaşçıları” ve “Daeş’in karşısındaki güç” olarak lanse edilen uluslararasi eşcinsel taburlar oluşturacak kadar YPG/PYD de aynı kaynak, İngiliz derin devleti, beslemekte ve kullanmaktadır.
Şimdi biraz daha geriye giderek İngiliz derin devletinin bölgedeki bir çok halka yaptığı gibi Kürt halkını da kendi amaçları doğrultusunda manipüle etmek için izlediği yolu görelim.
İngiliz Derin Devleti’nin Rusya ve Osmanlı’ya karşı Kürtleri Kullanma Planı
İngiliz tarihçi Stuart Laycock, tarih boyunca sadece 22 ülkenin ‘kısmen veya tamamen’ İngiltere tarafından işgal edilmediğini saptamıştır. Laycock, bu araştırmalarını, “All the Countries We’ve Ever Invaded: And the Few We Never Got Round To” kitabında yayınlamış ve İngiltere’nin sadece işgalinden fayda sağlayamayacağını düşündüğü Andora, Çad, Özbekistan, Moğolistan gibi ülkelerle ilgilenmediğini belirtmiştir.[i]
İngilizler, 17. yüzyıldan itibaren Asya’ya ve Afrika’ya yayılmaya başlamış, Hindistan, Çin, Afganistan, Güney Afrika başta olmak üzere pek çok ülke işgal edilmiştir. İngiliz derin devleti, işgal ettiği ülkelere kan, şiddet, esaret ve fakirlikten başka bir şey getirmemiştir. Üstelik bu ülke halkları, hiç ilgileri olmadığı onlarca savaşta Britanya İmparatorluğu adına savaştırılmıştır.
Osmanlı ile iyi ilişkiler içerisinde bulunan bir Rusya ise İngiliz derin devleti için her zaman büyük bir problem olmuştur. İngiliz derin devleti kendince bölgeyi ne Ruslara ne Türklere ne de başka bir millete kaptırmama derdindedir. Özellikle petrolün bulunmasıyla bölgenin jeostratejik ve jeopolitik öneminin artması, İngiliz derin devletinin Ermeniler, Süryaniler, Kürtler, Araplar, Türkler ve diğer bölge halkları üzerindeki oyunlarını hızlandırmasına sebep olmuştur. Öğretim görevlisi Dr. Mehmet Temel, dönemin İngilteresi’nin Rusya ile Osmanlı’nın arasını ayırmak için bölge halklarını, özellikle Kürtleri nasıl kullanmayı planladığını şöyle anlatır:
“İngiltere, Rusya’ya karşı oluşturmak istediği duvarı Kürtlerle tamamlamak ve onları Türklere, Araplara ve İran’a karşı kullanmak istiyordu. Kürtleri, İngiltere için önemli kılan Irak petrolleriydi. İngiltere’nin Kürdistan projesi, Kürt ileri gelenlerinin arasındaki görüş ayrılığı ve Kürtlerin geniş bir bölümünün Fransız nüfuz alanı içinde bulunması nedeniyle, Fransa’nın yakın işbirliğine gerek duyulması üzerine uygulama alanı bulamamıştır… Küçük Asya’da Doğu Akdeniz’in (Hint Yolunun) güvenliğini sağlayacak İngiltere’ye dost bir devletin kurulması gerekiyordu.”[ii]
Hazırlığı çoktan yapılmış bu planların devreye girişi, İngiliz arşivlerinde ise şöyle geçmektedir:
“İngilizler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya Binbaşı Noel gibi Kürtçü faaliyetlerde bulunacak ajan ya da temsilciler göndermekten başka Şeyh Abdülkadir gibi ayrılıkçı Kürtçü aydınları da Wilson Prensiplerinden faydalanmaları yönünde kışkırtarak otonom bir Kürt devleti kurulması için çaba harcıyorlardı.”[iii]
Bir İngiliz Derin Devleti Politikası: “Böl, Parçala, Yönet”
İngiliz derin devleti, parçalamak istediği ülkeleri işgal etmek veya ettirmek yerine, öncelikle kendi içlerinde bölünmeye sürüklemektedir. Çünkü, bu çok daha az masraflı ve sonrasında da kendi başlarını çok daha az ağrıtan bir metottur. Bu şekilde, farklı etnik unsurları, azınlıkları, mezhepleri ve hatta kardeşleri birbirine düşürerek çatışmalara, kavgaya ve parçalanmaya yol açmak, kullandıkları en başlıca yöntemlerdir.
Nefretin körüklenmesiyle ortaya çıkan bölünme ve ayrışmalar, kolay yok edilmenin temelini oluşturan en büyük oyundur. Özellikle, Ortadoğu gibi onlarca farklı etnik köken ve birçok din mensubunun barındığı ancak birlik ve beraberliğin olmadığı bir coğrafya içinde böyle bir oyun, çok kolay netice alınmasına yol açmaktadır.
Terörü, şiddeti ve iç savaşları organize edecek yapıları desteklemek, İngiliz derin devleti elemanlarının en uzman oldukları alandır. Bir yandan bölünmenin alt yapısını oluştururlarken, diğer yandan da buna karşı ortaya çıkacak toplumsal reaksiyonları en aza indirebilmek için her türlü organizasyona imza atarlar. Toplumları “inançsız, ülküsüz, idealsiz, sevgisiz, kalitesiz ve ruhsuz” haline getirmekte mahir olan İngiliz derin devleti, bu amaç uğrunda bütün dünya ülkelerine yayılmış büyük bir medya, siyasetçi, sözde aydın ve akademisyen ağı kullanmaktadır. Çoğu kez bu propaganda yöntemi, organize bir hareketin eseri olarak algılanamamakta ve dünya kamuoyu böylece rahatlıkla aldatılabilmektedir.
En nihayetinde, oyuna gelip bölünerek küçülen ve kolay lokma haline gelen her güçsüz devlet, İngiliz derin devletince kısa sürede rahatlıkla yok edilmektedir. Arta kalan küçük parçalar ise kolaylıkla etkisizleştirilmekte ve sömürü çarkı içine hapsedilmektedir.
Bundan belki 30-40 yıl önce, Suriye, Irak, Yemen, Libya paramparça olacak, bu ülkelerden birçok yeni devlet çıkacak denilse, bu tezler uzak birer ihtimal olarak değerlendirilirdi. Aynı şekilde Yugoslavya ve Ukrayna’nın bölünmesi gündeme getirilse, bu söylemler de afaki konuşmalar olarak görülürdü. Ancak asırlık planlar bir bir hayata geçirilmekte, ülkeler İngiliz derin devletinin istediği yönde parçalatılmaya devam edilmektedir.
Kahire Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nadye Mustafa’nın özel bir mülakatta dile getirdiği, “Bölgede hiçbir büyük devlet bırakılmayacak. Küçük emirliklere ve devletçiklere dönüştürülecek. Her bir petrol kuyusunun başında bir devletçik kurulacak. Bu projeyi kendi çıkarları için uygulamalarını engellemek için biz ne yaparız, ona bakmamız lazım. Toplumsal olarak uyanık ve dikkatli olmamız gerekir. Düşünür, gazeteci, akademisyen, vatansever olarak bu projenin karşısında olmazsak hepimiz kaybolup gideceğiz” görüşleri, karşı karşıya olduğumuz bölünme tehlikesinin önemli bir tarifidir.[iv]
Suriye’yi Bölmek İçin Kullanılan YPG/PYD
İngiliz ajanı Lawrence’ın dile getirdiği, “Bir Kürt devleti kurabilseydim tarihten Türkleri silecektim…” sözleri, derin İngiliz siyasetinin yüzyıllardır değişmeyen bir özetidir.[v] Haziran 1919 tarihinde de Bağdat İngiliz Komiseri Albay Wilson, İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili girişimler yapılmasını İngiliz Dışişlerine önermiştir.
Buradaki “Kürt devleti”nden kasıt, Anadolu’da bin yıldır etle kemik haline gelmiş, İslam çimentosuyla kaynaşmış ve tek millet olmuş “Türk ve Kürtleri”, Suriye’de ve Irak’ta içiçe geçmiş, kardeşlik bağlarıyla birleşmiş Arapları, Nusayrileri, Türkmenleri ve Kürtleri birbirine düşman ederek ayırmak” hayalidir. İngiliz derin devletinin istediği Kürtlerin iyiliği veya korunması değil, dinsiz, köksüz, bölgedeki diğer Müslümanlara ve ülkelere karşı kullanabileceği bir alan kazanmaktır.
Nitekim bu hususun teyitlerinden biri de, İngilizlerin 1. Dünya Savaşı gizli belgeleri içinde yer alan, Mr. Kohler’den Mr. C. Keer’e yazılan yazıda açıkça belirtilmektedir: “Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem, Mezopotamya bakımındandır.” [vi] İngiliz derin devletinin asıl hedefi, Mezopotamya’nın zenginlikleridir. Bu zenginliği Rusya, Türkiye, İran, Suriye ve Irak başta olmak üzere kimseyle paylaşmamak, bunun için de bölgeyi paramparça etmek istemektedir.
İngiliz eski Başbakanı Lord Palmerston’un, “Bizim ezelî ve ebedî dost ile düşmanlarımız yoktur. İngiltere’nin menfaatleri ebedîdir ve vazifemiz bunları gözetmektir.” sözleri, İngiliz derin devletinin göstermelik dostluğunun ne derece aldatıcı olduğunun da bir başka kanıtıdır.
Madalyonun İki Yüzü PKK ve YPG/PYD
Kürtler, yıllar boyunca dağınık halde yaşadıkları ülkelerde varlık mücadelesi vermiş olan Ortadoğu’nun değerli ve önemli bir halkıdır. Devrim sonrası İran’da, Saddam döneminde Irak’ta eziyetler çekmiş, Suriye’de günümüze kadar bir vatandaşlık bile elde edememişlerdir. Kürt halkı, Türkiye’de de zorlu şartlar içinde yaşamış, hem PKK terör örgütünün baskısına hem de Türkiye devleti içinde çöreklenmiş derin devlet yapılanması tarafından ürkütücü bir asimilasyona uğramıştır. Derin devlet, vatansever Kürtleri dahi şiddet ve işkenceye maruz bırakırken, yaklaşık 40 yıldır Türkiye’de terör eylemleri yapan komünist terör örgütü PKK’nın katlettiği insanların büyük çoğunluğunu Kürtler oluşturur.
Yıllarca çile içinde yoğrulmuş bu halk, Irak’ta değerli devlet adamı Mesud Barzani idaresinde derin bir soluk alabilmiş, Türkiye’de ise derin devletin ifşası ile bir nebze rahatlamıştır. Ama PKK terör örgütü, Türkiye’de süregelen “çözüm süreci” kapsamında dağlarda terörü görünürde durdurmuş, fakat artık KCK yapılanması adı altında şehirlere inmiş; anayasası, yargı ve asayiş sistemi olan bir illegal devlet yapılanmasına bürünmüştür.
Bu noktada Suriye Kürtlerine dönüp bakmak yerinde olacaktır. Çünkü terör örgütünün Türkiye’de oluşturulmaya çalıştığı devlet sistemi, Suriye’de çoktan uygulamaya geçmiştir.
90’lı yıllarda Türk ordusunun şiddetli müdahaleleri sonrasında PKK militanları, liderleriyle birlikte Suriye’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Suriye ise 1999 yılında, Türk devletinin baskısı sonucunda, 40.000 Türk askerinin ölümünden sorumlu olan ve örgüt içinde 18.000’den fazla infaz gerçekleştiren PKK terör örgütünün lideri Öcalan’ı ülkeden çıkarmak zorunda kalmıştır. Örgüt, Suriye istihbaratı El-Muhaberat’a teslim edilmiş, teröristlerin bir kısmı PKK’nın merkezi olan Kuzey Irak’taki Kandil dağlarına giderken, Suriye’de kalanlar Baas tarafından organize edilmiştir. 2003 yılında Demokratik Birlik Partisi (PYD) ismini alan hareket, Öcalan’ın örgütü PKK’nın bizzat kendisidir. Örgüt, Öcalan’ı lider olarak kabul ettiğini ve yasal yönetim olarak Kongra-Gel’e yani PKK’ya bağlı olduğunu açıklamıştır (Kongra-Gel, PKK’nın ABD ve Avrupa tarafından terör listesine alınmasından sonra aldığı yeni isimdir.)
Eş başkanlık sistemini kullanan PYD’nin bir başkanı Öcalan’la aynı sofrayı paylaşan, konuşmalarını Öcalan posteri altında yapan Salih Müslim, diğer başkanı ise PKK’nın merkez üssü konumundaki Kandil’de yaşayan kadın militanlardan Asya Abdullah’tır.
Emirler Kandil’deki PKK yöneticilerinden gelir. PYD’nin silahlı gücünün adı ise YPG’dir.
Bu yüzden Suriye’deki Kürt halkı, proletarya diktatörlüğü kurmayı hedefleyen Leninist bir terör örgütünün kontrolü altındadır ve ciddi şekilde baskı görmektedir.
Özetle, PYD ile PKK’nın kurucularının hepsi aynıdır. PYD kurulduğunda, ideolojik lider olarak Öcalan’ı gördüğünü, yasal yönetim olarak ise Kongra-Gel (Kürdistan Halk Kongresi)’e bağlı olduğunu açıklamıştır. PYD’nin tüm toplantılarında Öcalan’ın sözleri okunur, her toplantıda mutlaka Öcalan bayrakları vardır. PYD’nin silahlı gücünün olan YPG’nin militanlarının hepsi Kandil’de hem ideolojik hem silahlı eğitim almıştır. Bu eğitimleri Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütlerinin verdiği bilinmektedir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü 2014 tarihli 108 sayfalık raporunda ise Suriye’de Kobani ve Cezire kantonlarında bölgeye hakim PYD güçlerini keyfi tutuklamalar, yasal hakları ihlal, faili meçhul ölümler ve kaçırılmalarla ilgili sorumlu tutulmaktadır. Mahkumların herhangi bir tutuklama emri olmaksızın alıkonuldukları, avukatlarıyla görüştürülmelerinin engellendiği, işkenceye maruz kaldıkları ve yargı önüne çıkarılmadıkları belirtilmiştir.
Muhalif olan neredeyse her ses susturulmaya çalışılmıştır. Gözaltında şüpheli ölüm vakaları ise çok fazladır. Söz konusu değerlendirmede, PYD’nin doğrudan Türkiye’deki PKK Terör örgütünün bir parçası olduğu açıkça vurgulanmakta, uygulamaların endişe verici olduğu belirtilmektedir.
Bazı Batılı gazetecilerin de gözlemleri ilginçtir: Daily Beast’de Jamie Dettmer, Suriye’de Kürt bölgesi yönetimini “PKK’nın Suriye kanadını oluşturan despot PYD” olarak tanımlamış ve şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Kobani’li Kürtler PYD’yi halkın içinde eleştirme konusunda çok dikkatliler; misilleme yapılmasından korkuyorlar. Örgütü eleştirenlerin hiçbiri aile isimlerinin deşifre edilmesini istemiyor.
“Kobani’deki savaşçıların büyük bir çoğunluğu Suriyeli Kürtler değil; ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanınan PKK üyeleri, Kobani’de ateş emri veren kumandanlar, kuşatma sırasında kadın savaşçıların rolünü dünyaya tanıtmak için röportaj yapan Batılı medyaya gösterildiği gibi yerel bölgesel liderler falan değiller. Bunlar, aslında, yerel halkın Kandil Kürtleri dediği kişilerden oluşuyor. Kandil, Kuzey Irak’ta bulunan Türkiye’den de 30 kilometrelik bir alandan içeri giren, bölücü hareketin askeri eğitim kamplarını içine alan PKK’nın dağdaki sığınağına işaret ediyor.”
Wall Street Journal Gazetesi’nin internet sitesinde yer alan haberde ise PKK’lı kadın terörist Zind Ruken PKK ve PYD arasındaki bağlantıyı şöyle açıklıyordu: “Kimi zaman bir PKK’lıyım, kimi zaman PJAK’lı, (PKK’nın İran’da aktif olan müttefik kolu) kimi zaman da YPG’liyim. Fark etmiyor. Hepsi PKK’nın bir kolu.”
ABD’nin desteğiyle PKK kontrolünde kurulacak bir komünist Kürt devleti, özellikle Türkiye gibi stratejik coğrafyadan Ortadoğu, Kafkaslar ve Avrupa’ya giriş kapısı bulacak ve Kürtlerden başlayarak tüm dünyaya kabus yaşatacaktır.
Bu noktada net bir ayırımın vurgulanması elzemdir: Kürtler, üstün değerimiz, namusumuz, dostumuz, kardeşimizdir. PKK/YPG/PYD ise Kürt milliyetçiliğini maşa olarak kullanmaya çalışan, komünist şiddet devletini arzulayan bir terör örgütüdür. Suriye’deki durumu değerlendirirken bu ayırımın yapılması ve tehlikenin anlaşılması elzemdir.
[i] İngilizlerden 22 ülke kurtulmuş http://www.sabah.com.tr/dunya/2012/11/07/ingilizlerden-22-ulke-kurtulmus
[ii] Dr.Mehmet Temel, Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne ve Milli Mücadele’ye Bakışı, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 1, s.2
[iii] British Documents On Foreign Affairs, Doc. 163, E 1776/11/44, No: 254.
[iv] ‘Bölgede büyük devlet bırakılmayacak’ http://www.milliyet.com.tr/d/t.aspx?ID=1703843
[v] Arslan Bulut, Açılımın Şifreleri: Türkleri Tarihten Silme Projesi, Bilgeoğuz Yayınları, ISBN 9786054200696, Tanıtım yazısı
[vi] İncelemeyi Yapan: Erol ULUBELEN, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye , The British Documents On The Origin Of The War 1898 – 1914 His Majesty’s Stationary Office London – 1927 Birinci Kısım 1896 – 1908 İstanbul, 1967, s.742, vesika no: 523
Adnan Oktar’ın Katehon’da yayınlanan makalesi:
http://katehon.com/article/pydypg-british-deep-states-pawn-syria