Artık komplo teorilerinin ötesine geçmiş, varlığı ve uygulamaları kimseyi şüphede bırakmayacak şekilde somutlaşmış bir plan var Ortadoğu’da. Müslümanları birbirlerinden ayırma, Müslümanları birbiri ile savaştırma ve Müslümanları birbiri ile hasım haline getirme planı. 20. yüzyılın başından itibaren fiilen uygulamaya konulan, İslam coğrafyasını her geçen gün daha fazla parçaya bölen, İslam dünyasını her gün daha fazla kan denizine dönüştüren bu plan, son yıllarda daha aktif ve daha aleni şekilde kendisini gösteriyor. Irak’ı paramparça eden, Suriye’yi neredeyse yok eden bu planın uygulayıcıları son yıllarda en büyük ve en ürkütücü darbeyi vurmak için hareketlendiler. Hedef ise, Müslüman gücünü kırmak için Körfez ülkelerini birbirine düşürmek.
Çeşitli analistler, Katar ile Suudi eksenindeki ülkeler arasındaki sorunun, bölgesel bir kısım meselelerden kaynaklandığını iddia etmeye devam ediyorlar. “Teröre destek” bahanesinin yıllardır, hedefteki ülkeler için sürekli olarak kullanıldığını bilmiyormuşçasına bu bahane üzerinde dönüp dolaşıyorlar. Bölgesel bir kriz yaratılmak istendiğinin, bir ülkenin “teröre destek” ibaresiyle yaftalanmasının oyunun bir parçası olduğunun farkına varamıyorlar. Bu iddianın, yıllardır yaratılmak istenen Sunni-Şii çatışmasını alevlendirmek için biçilmiş kaftan olduğunu ve özel olarak tasarlandığını kavrayamıyorlar. Oysa plan, gerçekte var olmayan bölgesel sorunların çok daha ötesinde bir amaç taşıyor. Plan ise şu: “İslam alemi bir araya gelirse çok büyük bir güç olacaktır; o halde hiçbir şartta birlik olmalarına izin verilmemelidir.”
İslam dünyası, şimdiye kadar, çoktan beri uygulamaya geçirilmiş olan bu sinsi tuzağa hep düştü. Körfez ise, Ortadoğu’nun kalbidir; bu hataya asla düşmemelidir. Körfez, İslam dünyasının belkemiğini oluşturan ve kesinlikle birlik ve güçlü olması gereken ülkelerin coğrafyasıdır. Asla parçalanmamalıdır. Bölgede bir plan dahilinde oluşturulmuş suni anlaşmazlık, en kısa sürede son bulmalıdır. Eğer İslam aleminin güçlü ve diri olması gerçekten isteniyorsa, bu suni anlaşmazlığı dindirmek dışında başka bir yol yoktur.
Türkiye, Katar’ı en iyi tanıyan ülkelerin başında gelir. Katar, tıpkı Türkiye gibi, hiçbir zaman himaye altına girmeyi kabul etmemiştir. Cumhurbaşkanımız Sn. Tayyip Erdoğan’ın Katar için tanımladığı “kara gün dostu”, doğru bir ifadedir. Katar, en zor zamanlarda dahi Türkiye’nin yanında olmuş, bu konuda kimsenin kınamasından çekinmemiştir. Türkiye’deki 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında Katar’ın, tüm gücüyle darbecilere karşı Türk hükümetine destek vermesi Türk halkı tarafından asla unutulmayacaktır. İşte bütün bu sebeplerle, Katar ile karşılıklı geliştirdiğimiz ticari yatırımlar, Katarlı şirketlerin Türkiye’de bulunması ve Türk askerinin Katar’da yer alması daima Türkiye’de hoşnutluk vesilesi olmuştur.
Türkiye de kuşkusuz Katar için kara gün dostudur. Körfez’de yaşanan krizinin hemen sonrasında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ve hükümet kanadından çeşitli isimlerin açıklamaları, görüşmeleri ve çabaları havayı yumuşatmak amaçlıdır. Bundan sonra ise Türkiye’ye daha büyük görev düşmektedir. Körfez’de yaşanan ve bazı kesimlerin çok işine yarayan bu suni gerginlikte arabuluculuk görevi Türkiye’nin birinci önceliğidir. Söz konusu krizi farkında olmadan geliştirmeye çalışan bazı kesimler, oyuna geldiklerinin farkına varmalı ve bu farkındalığı oluşturabilmek için Türkiye mutlaka devrede olmalıdır.
Irak işgal edildiğinde veya Suriye kana bulandığında bir araya gelemeyen Müslüman ülkelerin, bir Müslüman ülkeyi dışlamak adına bu kadar hızlı şekilde bir araya gelebilmeleri de İslam aleminin dikkatinden kaçmamalıdır. Müslümanların arasında birlik istemeyen kesimler, Müslümanlar yardım beklerken İslam ülkelerini tüm güçleriyle birlik olmaktan alıkoymuşlardır. Fakat şu anda bir Müslüman ülkeye karşı abluka, söz konusu kesimler tarafından sürekli teşvik edilmekte ve bu konudaki ittifak desteklenmektedir. Bu aslında, istendiğinde, Müslümanların hemen ittifak edip birlik olabileceklerinin de önemli bir delilidir. Buradaki oyun görülmeli ve bu ittifak, daha da hızlı bir şekilde zavallı bırakılmış Müslümanları korumak ve kurtarmak adına yapılmalıdır.
Çoğu Müslümanın neredeyse yüzyıllardır düştüğü temel hata, ellerindeki gücün büyüklüğünün tam anlamıyla farkına varamamalarıdır. İslam’ın verdiği bu gücü kullanmanın sırrı ise birlik olmaktır. Müslümanlar birlik oldukları ve her daim kusursuz bir ittifak yaşadıkları sürece, dünyanın en etkili ve en sarsıcı gücü olacaklardır. Bu ittifak karşısında Müslüman alemini yıkmaya, Müslüman ülkelerin üzerine bomba yağdırmaya ve Müslüman halkı perişan etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Müslümanlar güçlü olduğunda, bu sefaleti, sadece Müslümanlar değil, dünyada hiçbir millet yaşamayacaktır.
Birçok Müslümanın farkına varamadığı bu gerçeği, Ortadoğu üzerinde ameliyat yapmak isteyen bazı kesimler çoktan fark etmişlerdir. Müslüman alemini parçalama azimlerinin sırrı ise budur. Onlar, birlik haline gelen Müslümanların, dünyadaki tüm sinsi planları ortadan kaldıracak hakim bir güce sahip olacağının gayet iyi farkındadırlar. Korkuları bu yüzdendir. Dolayısıyla, Ortadoğu coğrafyasında veya Afrika’da yaşanan trajedilerin hiçbiri spontane gelişmemektedir. Hepsi, planın parçasıdır.
Şu anda kriz yaşayan körfez ülkelerinin, yaşanan eylemlerden, söylenen sözlerden provoke olmadan olayları oldukça akılcı ve dikkatli değerlendirmeleri gerekmektedir. Uygulanan planın sadece tek bir ülkeye değil, tüm Körfez ülkelerine yıkım getirmek üzere planlandığını bilmeleri gerekmektedir. Amaç, özellikle Ortadoğu’daki tüm güçlü İslam ülkelerini parçalamak ve bu bölgeyi yeni bir terör yuvası haline getirmektir. Planın asıl hedefi ise Riyad yönetimi gibi görünmektedir. Bu sinsi tuzaklara fazlasıyla düşmüş olan İslam aleminin artık gerçeği görme ve ittifak etme vakti gelmiştir.
Adnan Oktar’s piece in The Peninsula Qatar: